bursagorus.com.tr

Enflasyon, Gıda Güvenliğini Vurdu

EKONOMİ

TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şube Yönetim Kurulu Başkanı Serkan Durmuş, enflasyon ve alım gücünün düşmesinin tüketicinin gıda güvenliği algısına zarar verdiğini savunarak “Maliyetlerin yükselmesi gıdada taklit ve tağşişin de artmasına neden oluyor” değerlendirmesinde bulundu.

Haber: N. Nuri Yavuz

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Serkan Durmuş ile gıda güvenliği bağlamında enflasyon, üretici ve tüketici sorunları, sektörel açmazlar ve kamu politikaları üzerine konuştuk.

Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi ve çalışma yöntemi hakkında bilgi verir misiniz?

Gıda Mühendisleri Odası, TMMOB’a bağlı olarak 1996 yılında kuruldu. Aynı senede Bursa temsilciliği faaliyete başladı. 2006-2008 döneminde benim kurucu başkanlığımda şubeleşme kararı alındı ve artık bu düzeyde temsil edilir hale geldi. Şuan bin 100’ü aşkın meslektaşımız odamızın üyesidir. Odamızın hem Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) hem de Bursa Teknik Üniversitesi’nde (BTÜ) öğrenci temsilcilikleri bulunuyor. Bursa, özellikle Güney Marmara bölgesini değerlendirdiğimizde Türkiye’nin gıda sanayisinde başkentidir. Tarımsal kaynaklar ve altyapı, gıda sektörünün yoğunluğu dolayısıyla Bursa, sürekli gıda mühendisi göçü alıyor. Bu nedenle oda aktivitesinin çok daha etkin hale gelmesi gerekiyor. Bunun için de biz, Bursa’da gıda sektörü ve sanayisi ile ilgili nerede, ne konuşuluyorsa orada olma amacı ve hedefiyle çalışıyoruz.

Meslektaşlarınız arasında işsizlik oranı nedir?

Bursa’da yaklaşık 3 binden fazla meslektaşımızın bulunduğunu düşünüyoruz. Bin 100’ün üzerinde üyemiz var. Mesleğimizde işsizliğin yüzde 40’ların altında olduğunu düşünmüyorum. Çünkü yeni gelişen bir meslek grubuyuz. Fakat son dönemde yaşanan olumsuz gelişmelerin de etkisiyle oluşan tarım ve gıda farkındalığı mesleğe istihdam açısından olumlu yansıdı. Kamuda gıda mühendisi istihdamı her geçen gün azalıyor veya yeterli ivme yakalanamıyorken bilhassa özel sektörde; tüketicinin bilinçlenmesi, güvenilir gıda açısından üreticinin kendini geliştirmesi ve yeni teknolojilerin yaygınlaşması sayesinde gıda mühendisi istihdamı biraz daha iyi bir noktaya doğru ilerliyor. Ama şuan istihdam yeterli seviyede değil. Bursa’nın gıda sanayi potansiyeli açısından bir avantajı var ama özellikle Anadolu’daki diğer illerde meslektaşlar arasındaki işsizliğin yüzde 50’lerin üzerinde olduğunu söyleyebiliriz.

Gıda mühendislerinin bir de asgari ücret sorunu var. Belirlenen taban ücrete uymayan firmalara oda tarafından baskı uygulanması nedeniyle bazı gıda mühendislerinin işten çıkarıldığı gibi tartışmalar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

TMMOB’un mühendis ve mimarlar için belirlediği bir taban ücret var. Meslek odamızın ise 5990 Sayılı Kanun çerçevesinde bir şirkette sorumlu yönetici olarak çalışan bir gıda mühendisinin alması gereken temel ücret politikası var. Bu da kimya, gıda ve ziraat mühendisleri odalarının hazırladığı ortak protokolle belirleniyor. Söz konusu yasa kapsamında belirli bir kapasitenin üzerinde olan ve halk sağlığı açısından risk unsuru taşıyan işletmelerde; işin ehli, belli bir deneyime sahip ve imza yetkisi olan bir gıda mühendisi istihdamı gerekiyor. Bu yasal bir zorunluluk… Bunun için de biz diyoruz ki madem bu bir zorunluluk, gıda mühendisi 8’de 1 ücretle çalışan bir kamu personelinin maaşına denk gelen bir ücretle çalışmalıdır. Çünkü mevzuat açısından bakanlık nezdinde o işletmede sorumluluğu alan kişi de meslektaşımızdır. Biz bu noktada çok dirençliyiz. Çünkü madem gıda güvenliği riski var ve meslektaşım yasal anlamda bir sorumluluğun altına imza atıyor o zaman ben de meslek odası olarak onun haklarını savunmak zorunda ve belli bir ücretin altında çalışmasını engellemek durumundayım. Ayrıca bazı işletmelerin kâğıt üstünde bu maaşı banka yoluyla verip elden geri alması gibi bir durum da söz konusudur. Biz, etik ve ilkeli bir duruş sergiliyoruz. Hedefimiz ve amacımız, meslektaşlarımızın hakları savunmaktır. Hatta gıda güvenliği açısından bir sorumluluk alıyorsa meslektaşımızın da işletmeleri seçebiliyor olmasını sağlamak istiyoruz. Temelde sorun, bizim onların haklarını savunmamızdan değil işletmelerin, gıda mühendislerini belirlenen ücrette çalıştırmayı istememesidir. Kanunları değiştirmek için bütün iradelerini kullanıyorlar.

Peki, sizin bu soruna ilişkin bir çözümünüz var mı?

Yetkilendirilmiş Gıda Mühendisliği projemiz var. Yıllık tarım bütçesinin 80’de biri oranında bütçeyle oluşan bakanlık denetiminde bir havuz yöntemiyle işletmelerin mühendislere verecekleri maaşını havuza aktarmalarını ve gıda mühendisinin bakanlığa bağlı bir çalışan gibi o havuzdan maaş alarak hayatını idame ettirmesini planlıyoruz. Bu, gıda işletmesinde devletin resmi kontrolörü var anlamına geliyor. Böylelikle gıda mühendisine, o işletmede bir yanlışa veya halk sağlığı açısından bir riske dur diyebilme gücü de tanımış oluyoruz. Türkiye’de 600 binin üzerinde gıda işletmesi var. Bu işletmelerce piyasaya sürülen ürünlerin, bugünkü modellerle kontrolü ve denetimi mümkün değil. Bunun ancak üretim aşamasında gözden geçirilmesi gerekiyor. Şuanda ürün üretiliyor, market rafına konuluyor ve sonra denetim oluyor. Aslında o ürün, çoktan üretildi ve tüketildi. Hatta taklit ve tağşiş ifşası yapılıyor fakat bir yıl önceki denetim sonuçları açıklanıyor.

Bir de gıda denetimlerini zabıtaların yapması da tartışılıyor.

İşin ehli olmayan, bu konuda eğitim almamış ve uzmanlık alanı olmayan sadece zabıtalar değil. Bakanlık bünyesine farklı statüde atanmış memurların daha sonra resmi gıda kontrolörü vasfıyla denetime çıktığı örnekler de var.

Gıda güvenliğini temel koruyucu mesleklerin başında gıda mühendisliği geliyor. Gerek özel sektörde gerekse kamuda gıda mühendisi istihdamının yeterli düzeyde olduğunu söylemek çok mümkün değil. Gıda mühendisliği, halkın sağlık güvencesini sağlayacak yegâne mesleklerden biridir ve daha fazla önem verilmesi gerekir. Gelecek dönemin bu konuda farkındalığın arttığı bir süreç olacağını düşünüyoruz. Birçok meslekte olduğu gibi bizim de temel sorunumuz istihdamdır.

Taklit tağşiş ifşasında zaman zaman Bursalı firmalarda yer alıyor. Özellikle Orhangazi’de bir ‘Ege Temmuz’ adlı bir firma zeytinyağında yaptığı tağşişle her ifşa listesinde var ama faaliyeti sürüyor. Siz bu ifşanın bir işe yaradığını ve sonuç doğurduğunu düşünüyor musunuz?

İfşaya olumlu baktığımızda aslında en büyük cezayı tüketici verir. Tüketici bir ürünü almaktan imtina eder ve talep etmezse arz da hayata geçmez. Bu bir cezalandırmadır ama tek başına yeterli değildir. Çünkü taklit ve tağşişle ilgili bir ifşada bulunduğunuzda vatandaşa o ürünü alıp almamayla ilgili bir inisiyatif tanıyorsunuz. Şayet anlık yaptığınız denetimleri güncel ve gerçek verilerle paylaştığınızda bunu sağlıyorsunuz. Eğer bir yıl sonra bu ifşayı yaparsanız bir anlamı kalmıyor çünkü bu gıdalar çoktan tüketilmiş durumunda olabiliyor. Biz, Türkiye’de gıda güvenliği ve halk sağlığı açısından taklit ve tağşişe verilen cezaların yeterli olmadığını düşünüyoruz. Cezalar yeterli ve caydırıcı olmayınca doğal olarak üretici, ticari bir muhasebeye gidiyor ve kazancı kaybından daha fazla olduğu için bu yoldan geri durmuyor. Yine bir kişi taklit ve tağşişten ceza alıyor ama farklı bir şirket ve unvanla bu işi yapmaya devam ediyor. Biz, bakanlığa taklit ve tağşiş yapan şirketlerin yanında o işletmelerin ortakları da bu işin ticaretinden men edilmeli önerisinde bulunduk. Ayrıca bu işe halk sağlığıyla oynama boyutu dolayısıyla hapis cezası verilmesi gerekiyor. Bu mevzuatta var ama uygulamada yok. Bir tane örneğini duymadık.

Gıda güvenliği açısından tüketicide bir farkındalık var mı? Sizce toplum bu konuda yeterli düzeyde seçici mi?

Tüketicinin bilinci çok önemli ama bir o kadar da önemli olan maalesef günümüzde yaşanan ekonomik şartlardan kaynaklı alım gücü kaybıdır. Alım gücü ve refah düzeyi iyi bir noktada olmayan bir toplumun, sağlıklı beslenme ve gıda güvenliğine bakabileceğini düşünmüyorum. Çünkü enflasyon, ortadadır. Bir ürün almak için rafa giden tüketici cebinde para varsa çocuğu için doğru ürünü almayı tercih ediyor, cebinde para yoksa düşük fiyatlı bir ürüne yöneliyor. Maliyetlerin yükselmesi gıdada taklit ve tağşişin de artmasına neden oluyor. Neden? Çünkü doğal olarak üretici de en çok satan ürünü üretme yoluna gidiyor. Baktığınızda en çok satan ürün, ‘ekonomik ürün’ olarak karşınıza çıkıyor. Aslında bir noktada koşulları ve altyapısı gereği doğru üretilemeyen ürün… Tüketici de ekonomik şartları nedeniyle bunu talep ediyor. Talep de arzı tetikliyor böylelikle gıda güvenliği kavramı fasit bir daire içinde dönüp duruyor.

Biz uzun yıllardır gıda güvenliği konusunda bilinçlendirme çalışmaları yapıyoruz. İlköğretim kurumlarında çocuklara anlatımlar düzenliyoruz. Sosyal sorumluluklar, paneller, sempozyumlar yapıyoruz ama bugüne baktığımızda ekonomik şartların bu kadar ağır olduğu bir dönemde insanların bu işe salt gıda güvenliği açısından bakamadığını görüyoruz.

Diğer taraftan toplumun sağlıklı ve güvenilir gıdaya ulaşma talebini istismar eden, organik ve doğal gibi ifadelerle fahiş fiyatta ürün satanlar ve bunu ticari bir ranta dönüştürenler de var.

Gıda güvenliği kavramına hiçbir zaman ticari bir noktadan bakamayız. Çünkü sağlık bir nesil inşa etmek için güvenli gıdaya ihtiyacımız var. Tarım ve gıda güvenliği konusu, bir milli güvenlik unsuru olarak değerlendirilmelidir. Savunma sanayine nasıl bakıyorsak tarım, gıda ve gıda güvenliğine de böyle bakmalıyız.

Gıda güvenliği bağlamında bakıldığında çok uluslu diye bilinen şirketlerin, Türkiye’de sektörü kuşattığı hatta işgal ettiği söylenebilir mi?

Yüzde yüz işgal olduğu söylenebilir. Ayrıca bu yeni bir işgal de değil. Bu, uzun yıllar süren bir plan dâhilinde hayata geçirilmiş işgal var. Bu, önce tohumla başladı. Tohum şirketleri aynı zamanda zirai ilaçları da üreten şirketlerdir. Devamında insan sağlığı açısından ilaçları üretenler de onlardır. Her yönden kuşatılmış bir tablo var ortada. Türkiye’nin tarımsal kaynakları, altyapısı, iklimsel koşulları, endemik türleri, tarım hafızasına baktığımızda bu çok uluslu kuşatmayla baş edebilecek gücümüz var. Ama önemli olan bunun için bir tarım ve gıda politikası ortaya koyacak iradedir. Bu iradenin tüm paydaşların iş birliğiyle gerçekleştirilmesi gerekir. Bizde daha çok günü kurtartmaya yönelik plan ve eylemler söz konusudur.

Gıda enflasyonunun yoğun olduğu bir yıldayız. Önümüzdeki sene için bir öngörünüz var mı?

Üretici, üretimden vazgeçtiği anda onu tekrar harekete geçirmek çok kolay değil. Yeni nesil şuan çiftçilik yapmak istemiyor. Tarım ve hayvancılığın özendirilmesi ve teşvik edilmesi gerekiyor. Bunun en temeli de bu işle uğraşanın kazanması, mutlu olması ve refahını sağlıyor olması lazım… Bunu sağlayamazsak önümüzdeki çok daha karamsar günler bizi bekliyor. Geçen kış, ‘tarımsal girdi maliyetlerinin artması nedeniyle yaz döneminde ucuza meyve bulamayacağız’ demiştim. Şuanda bunu yaşıyoruz. 2023 için olumlu ve ılımlı bakıyordum. Fakat enflasyonu bir türlü durduramadık. Temel girdilerde artışlar sürüyor. 2022’yi kaybetmişken ciddi tedbirler alamadığımız takdirde 2023’te de ciddi sorunlar bizi bekliyor olacak.

Her kriz kendi içinde fırsatlar da doğurur. Aslında yapılacak birkaç doğru hamleyle oyunu kendi lehimize çevirebiliriz.

Nedir sizce o hamleler? Ne yapmalıyız?

Kısa, orta ve uzun vadede bakmak gerekir. Ama kısa vadede yapılması gerekenleri söyleyeyim. Çiftçinin ayakta kalabilmesi için teşvik politikamızı değiştirmemiz lazım. Mahsulü aldıktan sonra değil üreticiyi o ürünü ekmeye yöneltecek önden teşvik uygulamamız gerekiyor. Çünkü çiftçi borçlar ve kredilerle boğuşuyor. Yine teşvikleri havza bazında vermeliyiz. Ayrıca biran evvel gençlere çiftçilik eğitimi verilmesi, refah modelli yaşamın özendirilmesi gerekiyor. Artık köylerde genç kalmadı. İthalata dayalı tarım politikasından vazgeçilmeli. Kooperatifleşme hızlandırılmalı. Üretici ile tüketici arasındaki aracıların ortadan kaldırılması lazım… Bunun da nitelikli bir şekilde denetlenmesi şarttır. Son olarak tüketici bilinci oluşturulmalı ve mevsiminde meyve sebze tüketme alışkanlığının sağlanması gerekiyor.

Son olarak gıda bağlamında bir Bursa değerlendirmesi yapar mısınız?

Bursa’da tarım ve gıdada Türkiye’ye mal olmuş ve marka seviyesine ulaşmış, ihracata yönelik ciddi altyapısı olan kurumlar var. Bu kurumlar, bakanlığın denetimlerinin yanı sıra kendi teknolojik altyapıları ve müşteri denetimleri ile çok gelişmiş seviyeye ulaştı. Anadolu’ya kıyasla iyi seviyede olsak da kapasite ve marka olarak belirli noktaya ulaşmış işletme modeli ve sayımızı artırmamız gerekiyor. Gıda güvenliği bilincini daha tabana yaymamız gerekiyor. Meslek odası olarak Bursa’da paydaşımız olan kurumlarla iş birliklerimiz çok iyi. Türkiye’deki en gelişmiş gıda kontrol laboratuvarlarından biri Bursa’da bulunuyor. Gıda işletmeleri ve gıda güvenliği açısından Bursa’nın Anadolu’ya kıyasla daha iyi bir noktada olduğunu söyleyebiliriz. Öte yandan sorunlarımız da yok değil. Özellikle ovada tarımsal sulama açısından önemi olan Nilüfer Çayı’ndaki kirlilik önemli bir sorundur. Artık gıda üretimi yapan birçok işletme hammaddeyi Bursa’dan değil çevre illerden alıyor. Tartışılması gereken çok konu var.

Sıradaki Haber
Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.