Erdal Akaltun, sektördeki tarihsel süreci ve şirketi hakkında şu bilgileri paylaştı: “BUPAR Araştırma, 1992 yılında Bursa’da kuruldu. Saha şirketi olarak başladık ve 2002’den sonra merkezi, Ankara’ya taşıdık. Yaklaşık 20 yıldır siyasal ve yerel yönetim olmak üzere kamuoyu araştırması yapıyoruz. Pazar araştırması da yapıyoruz. Sütaş ilk ulusallaşma kararı verdiğinde beraber çalışmıştık. Özdilek’in Afyon ve İzmit’teki operasyonlarına yönelik çalışmaları biz yapmıştık. Şaypa vardı, şimdi Onur oldu onun tüm pazar araştırmalarını biz yapıyorduk. Diğer illerde de Pazar araştırması yaptık. Ama siyaset ilgi alanım olduğu için şuan daha çok siyasal araştırmalar yapıyoruz. Türkiye’de pazar araştırması yapan çok firma var ama siyasal bazda araştırma yapan ulusal bazda firma çok az. Ülke genelinde çok sayıda büyükşehir belediyesi, il ve ilçe belediyesi ile çalışıyoruz. Bursa’da da 92’den bu yana bütün büyükşehir belediye başkanlarıyla çalışıyoruz. Araştırma sektörü gelende fason ekip kullanır ama biz, kendi maaşlı kadromuzla çalışıyoruz. Bursa merkezli olarak Pazar araştırması yapmak çok zor bir iştir. Çünkü genellikle büyük şirketlerin genel merkezi İstanbul’dur. Siyasi araştırmalar içinse İstanbul ve Ankara’da olmak gerekir.”
ARAŞTIRMA METALAŞTI
Araştırma sektörünün handikapları ve araştırmaya bakış hakkında değerlendirmede bulunan Akaltun, “Eskiden araştırma bilgiyi merak edenlerin yaptırdığı bir işti. Şimdi araştırmayı siyasetçiler bir algı yöntemi olarak kullanmak istiyorlar. Bu da araştırmanın metalaştırılması anlamına geliyor. Bunda hem sektör hem de siyaset kurumunun payı vardır. Bugün medyada okunan birçok araştırma var. Araştırma künyesiyle birlikte açıklanması gereken bir iştir. Kim yapmış, kim yaptırmış, hangi finansmanla yapılmış, ne zaman ve hangi örneklemle yapılmış, hangi metot kullanılmış gibi bilgilerin açık olması lazımdır. Yani bir araştırmanın objektif olabilmesi için denetlenebilir ve test edilebilir olması gerekir. Ancak bugün twitter ya da fecabook hesabından birileri araştırma sonucu yayınlıyor. Kim, ne zaman, nasıl, neden yaptı ve niye orayı kullandığı gibi soruları sormak gerekir. Finansmanı belli olmayan tüm işler tartışmalı işlerdir. Kimin finanse ettiği söylenmiyorsa o araştırmaya şüpheyle bakılmalıdır. Bugün fırından bedavaya ekmek alamıyorken bu kadar pahalı bir işin neden bedavaya açıklandığını kimse sorgulamıyor. Bir şey size bedava geliyorsa maliyeti çok ağır demektir. Bu da sektör için ciddi bir sorundur. Sektörde baktığınızda birkaç firmanın araştırmaları döner. Ama Türkiye’deki sektörün yüzde 99’u yabancı ortaklıdır. Ama onların ismini kimse bilmez. Onlar talep edene yapar ve bilgiyi onunla paylaşırlar. O ürün artık talep edenindir. Ücretsiz ve künyesiz bir şekilde araştırma sonucu yayınlanması, sektörün imaj kaybını hızlandırıyor. Ne yazık ki araştırmacı sıfatı da giderek daha niteliksiz ve tartışılır hale geliyor” dedi.
SADECE BİR SEKTÖRE DEĞİL HERKESE KURAL KOYULMALI
Araştırma sektörüyle ilgili kamuoyuna yansıyan yasal düzenleme hakkında konuşan Akaltun, “Devlet Bahçeli’ye çok katılmıyorum. Elbette ki bir düzenleme gerekir ama Sayın Bahçeli’nin söylediği gibi değil. Siyasette etik yasası ne ise araştırmada da aynı etik yasa olmalı. Ülkenin tamamında bir etik kurallar yasası olursa bunun içinde elbette araştırmacılar da olmalı. Ancak araştırmacıları, devletten izin alır hale getirmek, zapturapt altına almak basındaki sansürden farkı yoktur. Hayatın tüm alanları şeffaf, ölçülebilir, hesap verilebilir olması gerekiyor. Siyasetçi de harcadığı paranın hesabını verebilmeli, araştırmacıya da ‘neden bu araştırmayı bedava yayınlıyorsun’ diye sorulmalı. Siyasetçiler kendilerine öyle bir çerçeve çizmezken sadece bir sektöre çizmeleri çok doğru değil. Ana çerçevede bir kural gerektiğinde mutabıkız ancak zapturapt altına alma kaygısıyla hayır diyorum. Kural koymak gerekir mi? Evet. Herkese mi? Evet. Mesela medyaya da kural koymak gerekir” açıklamasında bulundu.
ULUSALDA EKONOMİ YERELDE ULAŞIM!
Sahadan aldıkları mesajlara yönelik ipuçları veren Akaltun, şu bilgileri aktardı: “Araştırmalarımızı açıklarsak müşterilerimize haksızlık etmiş oluruz. Ancak genel durumun; kamuoyunda tartışılan ve yaratılan algıyla çok örtüşüyor kanaatinde değilim. AK Parti’nin çok büyük çöküşler yaşadığı söyleniyor. Ben aynı kanaatte değilim. Bir, yönü negatiftir. Tarihinde ilk defa AK Parti, kendi seçmenini sandığa götürmekle ilgili kaygılar yaşıyor. İlk defa CHP’nin seçmenini sandığa götürme sorunu yok. CHP’nin yönü pozitif ama iddia edildiği gibi çok büyük oy sıçramaları yok. MHP’nin yönü negatiftir. İYİ Parti oyunu artıran tek parti konumundadır. Ulusal ölçekte ekonomi, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olmuştur. 30 yıldır bu işi yapıyorum ve bu süre zarfında ‘ülkenin sorunu ne?’ sorusuna hep ilk üçte bir şekilde ekonomi cevabı verilir. Terör kısmen ilk üçe giriyor. Ülkemiz dolar bazında bakıldığında fakirleşiyor. Gelir dağılımı adaletsizliğinden dolayı uçurumun giderek artığını görüyoruz. Bu hem sosyal hem de psikolojik bir sorundur. Yerelde ise ulaşım ki salgında bunu tetikledi. Salgınla birlikte araç kullanım sayısının artması, toplu taşıma kullanma korkusu, uzun süre içerde kalma nedeniyle dışarı çıkma isteğinin artması trafik sorununu giderek içinden çıkılmaz hale getirdi. Yollar genişlemiyor ama araç sayısı hızla artıyor. Nüfus ve araç sayısı artarken toplu taşıma artmıyorsa trafik sorunu kaçınılmazdır. Ki Bursa’da bunu yaşıyor.”
Z KUŞAĞI’NI ARAŞTIRIYORUZ
Z Kuşağı’na yönelik yaptıkları araştırmalardan bahseden ve bu kuşak hakkındaki tespitlerini dile getiren Erdal Akaltun, açıklamasını şu şekilde sürdürdü: “Z Kuşağı ile ilgili 3 yıldır fokus grup toplantıları yapıyoruz. Bursa’da başlattık; İzmir, İstanbul ve Ankara’da da çalışmalar devam ediyor. 15-18 ile 18-20 yaş grubu gençleri, burada topluyor ve kendi moderatörlüklerinde sohbet ettiriyoruz. Ne konuştukları, ne demek istediklerini kendi dillerinden anlamaya çalışıyoruz. Daha sonra buradaki anlatımları psikolog ve psikiyatristin analiziyle kendi bakışımıza alarak siyasetçilere bu kuşakla nasıl bir iletişim kurmaları, nasıl bir dil kullanmaları gerektiğini ve bu kuşağa göre hayatın, dinin, siyasetin ne anlama geldiğini anlatmaya çalışıyoruz.”
PANİĞE GEREK YOK
“Her kuşak bir öncekine göre artan oranda uzaklaşarak geliyor. Yani yüz yıl önce anne/baba ile arasındaki fark 1 birimse zamanla 2, 4, 8, 16 birim şeklinde artıyor. Bize de bizim ebeveynlerimiz şaşırmıştı. Bu nedenle çok büyük panik yaratacak bir durum yok. Sosyolojik olarak kendi dengesini bulacaktır. Ama dünyanın ve ülkenin değer yargıları değişiyor. Her kuşağın kendi paradigması var. Z Kuşağı’nın da kendi paradigması var. Bilgiye çok çabuk erişiyorlar. Eski kuşaklar bilgi için birine muhtaçtı. Oysa onların kimseye ihtiyacı yok. Bilgiyi analiz etme yeteneği tartışılabilir. Ama çok bilgiye ulaşıyor, sorguluyor ve kolay ikna olmuyorlar.”
BİZ BOŞUNA KAVGA ETMİŞİZ!
“Siyasal tutumları belli değil. Çünkü kutsalları yok. Biz eskiden ailemizin fikriyle tarif ediyorduk. Yeni dünya düzeninde sağcı ve solcu olmak gerekmiyor. Ülkenin siyasal sistemi de artık bu noktaya geldi. Biz, 30 yıl önce üniversitede kavga ettiğimiz insanlarla şimdi çok iyi arkadaşız. Ve boşuna kavga ettiğimizi görüyoruz. Aşağıdan gelen çocuklara da solcu ya da sağcı ol diye kimse baskı yapmıyor. Z Kuşağı, ‘benim için ne yapıyor’ diye bakıyor, siyasetçiden bir elektrik almıyorsa ne dediğinin hiçbir önemi kalmıyor. Belki de ilk defa kavramlardan soyutlanmış bir şekilde siyasetçilerin ne dediği önemli olacak. Yani garanti oy kalmıyor. Z Kuşağı siyasetçinin ne dediğine ve neden dediğine bakıyor aynı zamanda yaşantısını takip ediyor. Yeni dönem siyasetçiler için siyaset hem kolay hem de zor. Çünkü bu kuşağı kandırma olasılığı az. Siyasetçiler ‘Z Kuşağı sen şöyle yapmalısın’ gibi ifadelerle onları bir yere kanalize etmeye çalışıyor. Kapitalizm de bunu yapıyor; ‘Z Kuşağı, şöyle yapar şunu giyinir…’ Böyle bir misyon yüklediğinizde o kuşak ister istemez onu yapmaya başlıyor. Dolayısıyla bu, kapitalist ve siyasal sistemin işine gelen bir kavramsallaştırmadır.”
MALİYETLER ARTTI
BUPAR Araştırma Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Akaltun, açıklamasını sektörün yaşadığı sorunları ifade ederek tamamladı: “Eskiden araştırmalar yüz yüze yapılırdı. Şimdi bu yöntemi kullanan firma sayısı çok az. Biz, hâlâ ısrarla yüz yüze yöntemi kullanıyoruz. Çünkü daha detaylı bilgi sahibi olmak istiyoruz. Tabi telefon anketi gibi diğer yöntemleri de kullanıyoruz fakat orada süre kısıtlı veri akışı da kısır oluyor. Yüz yüze de anket yarım saat sürebiliyor. Ne kadar çok veri varsa analiz etme şansınız o oranda artıyor. Salgın koşulları yüz yüze anket yapmayı zorlaştırdı. Ülkenin ekonomik koşulları maliyetleri artırdı. Yani otel fiyatları yüzde 100 arttı. Araç ve benzin fiyatı arttı. Bizim sektörün ana maliyetleri; maaş, konaklama ve ulaşımdır. Burada maliyetler artınca sektörün bir kısmı online anket yapmaya yöneldi. Diğer taraftan sosyal medya da bile anket yapan bir sürü meraklı arkadaş var. Bu bilimsel bir yöntem değil. Ama anket yaptı mı yaptı oluyor. Birisinin 1 milyon takipçisi var ve ‘anket yapıyorum’ diyor. İnsanlar da katılıyor. Ama bilimsel bir çalışmaya katıl dediğinizde çoğu katılmaz. Toplum giderek popülist olduğu sürece her şey popülistleşiyor; bilim de sanat da kültür de…”