İklim kriziyle mücadele etmek için çalışmalar yapan Yuvam Dünya Derneği, Konda Araştırma ile birlikte ‘Türkiye’de İklim Değişikliği Algısı’ üzerine bir kamuoyu yoklaması gerçekleştirdi. Araştırma, Bursa’nın da aralarında bulunduğu 74 ilin 372 ilçesinde gerçekleştirildi. Telefonla ulaşılan 3 bin 22 kişiye iklim değişikliğiyle mücadele konusunda, ‘farkındalık’, ‘kırılganlık’ ve ‘sorumluluk’ perspektiflerinde 10 farklı soru soruldu. Araştırma sonucu 60 sayfalık bir rapor olarak kamuoyu ile paylaşıldı.
Raporda Yuvam Dünya Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Pınar Kocabıyık, KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır ile Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Levent Kurnaz’ın açıklamalarına da yer verildi.
TOPLUM İKNA OLDU
Dernek Başkanı Kıvılcım Pınar Kocabıyık, “Araştırma iklim değişikliğinin hava olaylarına ve doğaya etki ettiği konusunda toplumun dörtte üçünde yaygın bir farkındalık olduğunu gösteriyor. Bu yaz ülkemizin çeşitli bölgelerinde çıkan orman yangınları ve Kuzeydoğu’daki sel felaketiyle ilgili tartışmaların da ortaya koyduğu gibi Türkiye toplumu iklim krizinin varlığına ikna ettiği aşikâr. Bu farkındalığın en yüksek olduğu yaş kümesi gençlerken, meslek gruplarında da öğrenciler ve beyaz yakalı çalışanlar ön plana çıkıyor” dedi.
EN BİLİNÇLİ BÖLGE
Başkan Kocabıyık, “Araştırma bulgularını coğrafi bölgeler bazında değerlendirdiğimizde de, ülke genelinde artan farkındalıkla beraber, her bölgenin kendi reel gerçekliği çerçevesinde iklim krizini hissettiğini ve geleceğe yönelik beklentilerinin daha da olumsuz olduğunu ortaya koyuyor. Göreceli olarak, en yüksek bilinç seviyesi Batı Anadolu ve Batı Marmara’da görülüyor” ifadelerini kullandı.
YANGIN, SEL, KURAKLIK
Kocabıyık açıklamasında şu ifadelere yer verdi: “İklim değişikliğinin yol açtığı sorunlar kapsamında en öne çıkanlar olağandışı mevsim olaylarının çoğalması, hava kirliliği, suya erişimin zorlanması ve orman yangını, sel, kuraklık gibi afetler olarak görülüyor. Buna karşılık, göçlerin artması ve deniz seviyesinin yükselmesi gibi durumların iklim değişikliğiyle olan ilişkisi toplumun zihninde aynı derecede yer bulmamış durumda.”
GELECEK ENDİŞESİ
“Bölgesel olarak, Batı Anadolu’da ve Batı Marmara’da yaşayanlar ilk sırada sırasıyla suya erişimlerinin güçleştiğini ve hava kirliliğini belirtirken, Doğu Karadeniz bölgesinde olağan dışı mevsim olaylarındaki artış ön plana çıkıyor. Önümüzdeki iki yılda başlarına gelebilmesi en olası iki olayın neler olabileceği sorulduğundaysa, toplumun en tedirgin olduğu olaylar olarak yüzde 54 oranıyla sağlık problemi yaşamak ve daha sonra yüzde 38 oranıyla susuzluk çekmek ön plana çıkıyor. Elbette pandemi sürecinde olmamız bu algıda etkili görünüyor, ayrıca bu etkileşimler coğrafi bölgeler bazındaki yaşanmışlıklara bağlı olarak da farklılıklar gösterebiliyor. Ancak, toplumun tamamı hem şu an hem de gelecek için endişeli diyebiliriz.”
KIRILGANLIK HİSSİ
“Her üç kişiden ikisi iklim değişikliğinden dolayı meydana gelebilecek bir olay veya durumda başkalarına kıyasla daha fazla zorlanacağını düşünüyor ve kırılgan hissediyor. Cinsiyetler bazında bakıldığında kadınların erkeklere göre daha kırılgan olduğu görülüyor. Kadınların yüzde 23’ü iklim değişikliklerine bağlı etkilere uyum sağlayabileceğini söylerken, erkeklerde bu oran yüzde 38. Ekonomik seviyesi en düşük olan kümenin yüzde 81’i herhangi bir felakete maruz kaldığında diğer kişilere kıyasla çok daha zorluk çekeceğini öngörüyor. Meslek gruplarına baktığımızda ise, aynı dinamikle, ekonomik özgürlüğü bulunmayan ev kadınları, öğrenciler ve işsizler en kırılgan gruplar olarak görülüyor. Ev kadınlarının yüzde 73’ü, öğrencilerin yüzde 86’sı ve işsizlerin yüzde 70’inin iklim değişikliğine bağlı olaylarla karşılaştıklarında zayıf ve kırılgan hissettikleri, uyumlanma zorluğu çekecekleri öngörüleri çok net. Eğitim seviyesi düştükçe de bu tablo benzer özellikler sergiliyor. Oranlar açısından belli farklar bulunmakla birlikte, toplumun önemli bir kısmı, başına ne gelebileceğini düşünürse düşünsün, iklim değişikliğinin etkilerine kolaylıkla uyum sağlayamayacağına inanıyor. En büyük tedirginlik alanları gıdaya erişimde zorluk, olası sağlık problemleri ve susuzluk olarak ortaya çıkıyor.”
ANA AKTÖR DEVLET
“Araştırmada iklim değişikliğiyle mücadelede, toplumun çoğunluğunun en etkili aktör konumunda devleti bildireceği kabulüyle, ikincil olarak kimi sorumlu gördüğünü de irdeledik. Sonuç olarak, sorumluluk anlayışında yaşın ve dindarlık seviyesinin oldukça etkili olduğu anlaşılıyor. Ülkemizdeki her beş kişiden dördü sorumluluğu devlette görürken, yarısından fazlası (yüzde 55’i) hem devlet hem de vatandaşı sorumlu buluyor. Özel sektöre sorumluluk atfedenlerin seviyesinin düşüklüğü ise şaşırtıcı seviyede çıktı. Sadece özel sektör sorumlu diyenler yüzde 1, hem devlet hem de özel sektör sorumlu diyenler ise yüzde 14 düzeyinde tespit edildi. Bu durumun bir rahatlama unsuru sayılmadan beklentilerin aşılacağı bir fırsat penceresi olarak görülmesi büyük farklar yaratabilir. Diğer yandan, ekonomik sıkıntı yaşayanlar ağırlıklı olarak devleti ve özel sektörü sorumlu tutarken, refah seviyesi yükseldikçe vatandaşları sorumlu görme eğilimi de artıyor.”
YAŞLILAR HAREKETE HAZIR
“İklim değişikliğinin ve yol açtığı meselelerin farkında olan bir toplum olarak, maruz kaldığımız etkilere açık ve kırılgan olduğumuz bir gerçek. Meselede devlete ana sorumluluğu ve dönüştürücü rolünü atfederken, vatandaşlar olarak da sorumluluk üstlenmeye ve davranışsal değişikliklerle çözümün parçası olmaya hazır görünüyoruz. Enerji tüketimini azaltmak, ihtiyacımız kadar tüketmek, yaşantılarımızı sadeleştirmek, kâğıt, plastik ve cam gibi atıkların geri dönüşümünü sağlamak en belirgin davranışsal değişim alanları olarak ortaya çıkıyor. Buna karşılık, çevreye duyarlı markaların ürünlerini tüketmek ana odak alanları içinde değilken, şahsi araç kullanmaya meyil ve vazgeçmeme eğilimi ters dinamik olarak beliriyor. Ekonomik anlamda sınıf farklılıkların alınacak önlemlerle ilişkisi kayda değer bir seviyede görülüyor. Çoğu önlemde ekonomik etkilerin ön planda olduğu anlaşılıyor ve hâlihazırda bu önlemleri daha fazla gerçekleştirebilenler üst ve yeni orta sınıfken, alt ve alt orta sınıf imkânı olsa harekete geçecek gibi duruyor. Meslek gruplarına bakıldığında emeklilerin ve beyaz yaka çalışanların konfor alanlarını çok zorlamadıkça neredeyse tüm iyileştirici aksiyon alanlarında harekete geçmeye en hazır gruplar olmaları dikkat çekiyor.”
GENÇLER HAZIR DEĞİL
“İklim değişikliğinin etkileri konusunda yüksek bilinç seviyesinde olan ve vatandaşlara daha yüksek oranda sorumluluk atfeden gençlerin, özellikle 15-17 yaş arası kümenin, bu durumun tersine çözümün parçası olmak üzere harekete geçmeye hazır olmadığı görülüyor. Genelde yaşlılar gençlere kıyasla daha hazır ve çözüm odaklı görünüyorlar; tasarruf bilinçleri de daha yüksek. Gençlerin henüz düzenini kendi kurdukları bir yaşamları ve bağımsız gelirlerinin bulunmaması, yaşamsal önceliklerinde farklılıklar olması gibi nedenler eylemsiz kalmalarında etken olabilir diye düşünüyoruz. Onların eylem odağını artıracak yaklaşım ve projeler geliştirdiğimizde büyük bir dönüştürücü güç olarak toplumsal hayatımızı şekillendireceklerine inanıyoruz.”
‘İMKÂNIM OLSA YAPARIM’
“Halkın yüzde 90’ı kâğıt, plastik, cam gibi atıkların geri dönüşümüne önem veriyor. Yüzde 57’si hâlihazırda yaptığını, yüzde 32’si ise imkânı olsa yapabileceğini söylüyor. Meslek gruplarında, beyaz yaka çalışanların yüzde 95’i kâğıt, plastik, cam gibi atıkları geri dönüştürüyor ya da geri dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyor. Bu alanda büyük bir sorumlulukla hareket ederken, diğer iyileştirici aksiyonlarda da şartlar elverdikçe giderek kökleşecek davranışsal değişiklik imkânı görüyoruz. En az benimsenen eğilim olan çevreye duyarlı markaların ürünlerini tercih etme davranışı irdelendiğinde, alt gelir grubunun yüzde 50’si ‘imkânım olsa yaparım’ diyor. Gelir seviyesi arttıkça çevreye duyarlı ürünleri kullanma eğilimi artıyor ve emekliler ile beyaz yakalar bu konuda daha bilinçli görülüyor.”
***
ARTIK YENİ TARTIŞMA: SORUMLULUK ALMA!
KONDA Araştırma ve Danışmanlık Genel Müdürü Bekir Ağırdır, raporda yer verilen açıklamasında “Şimdiye dek iklim alanında çalışan sivil toplum kuruluşları iklim krizi konusunda farkındalık yaratmak için çalışıyorlardı. Hâlbuki bu araştırma net bir şekilde gösteriyor ki son yıllardaki sel, dolu, kuraklık gibi doğa felaketleri, beslenme ve gıda yetersizliğinin yaygınlaşması, üstüne Kovıd-19 salgınıyla toplum artık iklim krizinin varlığının farkına vardı. Üstelik bu krizin hem kendi hayatını nasıl etkilediğini veya etkileyeceğini, hem de bu etkileri azaltmak konusunda kendisinin de sorumluluğunu görüyor. Artık iklim konusundaki tartışma böylesi bir krizin olup olmadığı değil, kimlerin nasıl aksiyona geçeceği, devletin veya özel sektörün üstlerine düşen sorumluluğu almalarının nasıl sağlanacağı üzerine olmalı” dedi.
SUSUZLUK TEDİRGİNLİĞİ
“Araştırma bulguları ilk olarak, iklim değişikliğinin hava olaylarına ve doğaya etki ettiği konusunda toplumun dörtte üçüne yaygın bir farkındalık olduğunu gösteriyor” diyen Ağırdır, “İkinci temel bulgu, toplumun iklim değişikliğinin ürettiği meseleler karşısında kendini zayıf ve kırılgan görüyor. Toplumun en tedirgin olduğu olayların başında bir sağlık problemi yaşamak geliyor ve bunu susuzluk çekmek takip ediyor. Bunların peşinden ise olağan dışı hava olayları ve afetler geliyor ve gıdaya erişimde zorlanmak ve göç gibi iklim değişikliğinin gündelik hayata doğrudan etkileri biraz daha az söyleniyor. Toplumun üçte ikisi, iklim değişikliğinden dolayı meydana gelebilecek bir olay veya durumda başkalarına kıyasla daha fazla zorlanacağını beliriyor ve daha kırılgan hissediyor” dedi.
ÖNLEMLERE YATKINLIK
Ağırdır, “Araştırmanın üçüncü bulgusu ise, toplumun iklim değişikliğine karşı mücadelede devleti sorumlu görürken kendisinin de sorumluluğuna işaret ediyor olması. İklim değişikliğine karşı mücadelede kimin öncelikli olarak sorumlu görüldüğüne dair bulgulara bakıldığında her beş kişiden dördü devleti, ikinci olarak da her üç kişiden ikisi vatandaşın bu konuda sorumlu olduğunu düşünüyor ve yarısından fazlası hem devleti hem de vatandaşı aynı anda sorumlu görüyor. Nitekim iklim değişikliyle mücadelede kişisel önlemlere ve davranışlara dair bulgular toplumda her bir önlemin oldukça yüksek oranda yapıldığı veya yapılmasa da imkâna göre yapmaya bir yatkınlık olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı.
GELECEĞİ DÜŞÜNME ZAMANI
Ağırdır, açıklamasını şu şekilde sürdürdü: “Kabaca araştırmanın temel sonucu olarak şu cümleyi kurmak mümkün. Toplum iklim değişikliğinin ve ürettiği sorunların farkında, bu sorunlar karşısında büyük çoğunluk kendisini zayıf ve kırılgan görüyor; meseleyle uğraşmanın sorumluluğu konusunda öncülüğü devletten beklerken kendisi de sorumluluk almaya, davranışlarını değiştirmeye daha hazır. Araştırmanın bu temel bulgusunu özetleyen cümlenin aynı zamanda bir fırsat alanına da işaret ettiğini söylemeliyiz. Şimdi bir yandan salgının ürettiği can riskinin, diğer yandan uzun süredir sürmekte olan ekonomik buhranın ürettiği geçim riskinin eksikliklerimizle sorunlarımızla, tıkanıklıklarımızla yüzleşme fırsatı verdiğini de not etmeliyiz. Şimdi geleceği yeniden düşünme ve kurma zamanı.”
YENİ POLİTİKA ŞART
“İklim değişikliği, çevre kirliliği, doğal kaynakların azalıyor oluşu gibi yerküreye ilişkin tüm sorunların artık sürdürülemez hale geldiğini görüyoruz. Havaya, suya, toprağa bu denli hoyrat davranmaya devam edemeyiz” diyen Ağırdır, açıklamasını şu sözlerle tamamladı:
“Birleşmiş Milletler’in ‘sürdürülebilirlik hedeflerinden’, Avrupa Birliği’nin ‘Avrupa Yeşil Mutabakat Çağrısına’ tüm dünya insanlığın karşı karşıya olduğu büyük meseleyle baş etmeye dönük çalışmalar var. Tüm bu çabaların ve programların merkezinde bugünkü ekonomik yaşamı, modellerini ve zihniyetini sürdürülebilir bir gelecek için dönüştürme amacı yatıyor. Bu hedefle uyumlu olarak Avrupa Birliği Avrupa ekonomisinin 2050’de iklim-nötr olması hedefiyle sera gazı emisyonlarının belirli bir program dahilinde azaltılmasını hedefliyor. Yeşil Mutabakat Çağrısı kapsamında ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrılması, hiç kimsenin ve hiçbir yerin bu politikadan ayrı tutulmaması, temiz-erişilebilir ve güvenli enerji, temiz-döngüsel ekonomi için sanayi gibi bir dizi hedef var. Bu hedefler ülkemiz için de geçerli. Dünyayı ve memleketi kendimiz için de insanlık için de daha iyi hale getirmek istiyorsak yerel, ulusal ve küresel ölçekte yeni yollar, yeni stratejiler, yeni politikalar geliştirmek gerekiyor.”
YEŞİL EKONOMİYE GEÇİŞ
“Yeni bir ekonomik modele ve temel stratejiye ihtiyacımız var. Büyüklüğüne, mülkiyet yapısına, finansman konularına odaklanmaktan daha çok belki de bu stratejinin yerkürenin yeni ritmine uygun olup olmadığına bakmalıyız. Merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlenmelerinin, akademik dünyanın ve özel girişimciliğin işbirliğine yeni bir kooperasyon modeline ihtiyaç var. Yeni ekonomik sıçrama için yerküreyle, havayla, suyla, toprakla ilişkimizi yeniden tanzim eden, iklim değişikliğini dikkate alarak yeşil ekonomiye geçişi esas yeni bir strateji için toplumsal, ekonomik ve siyasal uzlaşmalara ihtiyaç var. Araştırmanın bulguları da bu büyük uzlaşma için toplumda farkındalığın ve sorumluluk alma arzusunun ne denli güçlü olduğuna işaret ediyor.”
***
ÇİFTÇİ OLAYIN FARKINDA!
Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Levent Kurnaz ise söz konusu raporda şu değerlendirmeyle yer aldı:
“Kamuda üst düzey bir toplantıda ‘çiftçi iklimin değiştiğinin farkında ve bu sorunu gidermek için çözüm arıyor’ dediğimde çevremdeki yetkililerin neredeyse tamamı ‘çiftçi iklim değişikliğini bilmez, siz yanlış biliyorsunuz’ diyerek cevap verdiler. Çiftçi her daim toprakla, suyla ve havayla meşgul olduğu çevresindeki değişiklikleri şehirde oturan bizlerden çok daha iyi gözlemleme yeteneğine sahip. Bizler de bu değişikliklerin çoğu zaman farkında olabiliyoruz. Ancak bir basamak aşağıya inip, ‘peki bu değişikliklerin sebebi nedir?’ diye sorduğumuz zaman herkesten farklı cevaplar alabiliyoruz. Hatta daha da ileri giderek ‘geri dönüşü mümkün mü?’ veya ‘durdurmak için neler yapılabilir?’ dediğimizde cevaplar çok daha farklılaşabiliyor.”
FARKINDALIK YÖNTEMİ
“Özellikle iklim değişikliği konusunda farkındalık yaratmak için çabalayan bizler açısından bilginin ve farkındalığın hangi noktada ayrıştığı son derece önemli. İklim değişikliğinin varlığını bile bilmeyen birine karbondioksitten başlayarak konuyu anlatmak daha ilk anda dinleyenleri kaybetmemize yol açacaktır. Tam tersine iklimin değiştiğini kabul eden birine de uzun uzadıya ‘bak işte iklim şöyle değişiyor’ dersini anlatmak fazlasıyla can sıkıcı olabilir. Bu nedenlerden dolayı iklim değişikliği farkındalığı yayma konusunda başlangıç noktamız şu anki farkındalığın hangi konularda doğru, hangilerinde de yanlış veya tutarsız olduğunu ortaya koyabilmektir.”
İKLİM EKONOMİDEN ÖNEMLİ
“İnsanımız iklim değişikliğini önemli bir problem olarak görüyor, ama ekonomi kadar önemli değil. İklim değişikliğini durdurmak için elinden geleni yapmaya hazır, ama cebinden fazla para çıkmadığı müddetçe ve rahatı bozulmayacaksa. Şimdi bize düşen görev bireyleri iklim değişikliğinin ekonomiden de önemli bir problem olduğuna ikna etmek. Ne yazık ki özellikle bu yaz yaşamaya başladığımız felaketler devam ettikçe etkilenen insan sayısı da artacak ve bu görev de gittikçe kolaylaşacak. Yalnız bir sonraki adımımız daha da zor; iklim krizine rahatımızı bozmadan ucuza bir çözüm üretebilmiş olsaydık şimdiye kadar bu sorunu zaten çözmüş olurduk.”
USANMADAN ANLATMALIYIZ
“Bu çalışma hepimize iklim farkındalığının her geçen gün artmakta olduğunu, ancak insanları harekete geçirmek için daha epey çaba sarf etmemiz gerektiğini açıkça gösteriyor. Bir sonraki araştırmaya kadar bizim de yol haritamız böylece belirlenmiş oldu. İnsanlara iklim krizinin geri kalan tüm problemlerden daha önemli olduğunu bıkmadan, usanmadan anlatmak zorundayız.”