Uzay teleskobu Hubble…
Hani o 13.4 milyar ışıkyılı uzaklıktaki galaksileri filan görüntüleyen Hubble…
Meğer bizim evlendiğimiz 1978 yılında, ABD Kongre’sinde ona fon sağlanmış ve proje için ilk adım atılmış.
Meğer bizim gibi iki adım ötesini görmekte zorlananların yanında, gökyüzünün derinliklerine bakanlar da varmış.
Hubble 1990 yılında gönderilip, 2018’de tedavülden kalkmış ama biz tanışma yıldönümümüzü bu kez de James Webb uzay teleskobu uzayda antenleri açarken evde kutladık.
1978 yılında bir yılbaşı gecesi tanışmıştık…
Hubble’ı devirdik sıra James Webb’e geldi…
Elbette onu devirme olasılığımız yok.
Z kuşağından biri sakınmadan, “Abi sizin tanışmanız da ışık yılı kadar olmuş ha!” diyebilir.
Kaç darbe, kaç müdahale, depremler, salgınlar, Kıbrıs Savaşı sırasında gece karartmaları, tüp kuyrukları, devalüasyonlar, enflasyonlar, karaborsalar görmüş; çocukluğunda, “Muzu hurmayı bırak, kendi üzümünü ye” diye şarkılar söylemiş bir kuşaktık biz.
Siz şu işe bakın ki, tanışma yıldönümümüz olan bu yılbaşı gecesini sahnelere dönen Mahsun Kırmızıgül’ün, “Yıkılmadım ayaktayım” şarkısıyla kutladık.
James Webb teleskobu antenlerini açarken…
Biz de biraz maziye baktık.
Karıma o sabah, “Kalk biz de Mihraplı Park’a gidip, oradan konum atıp bir motorlu kargocu ile pasta getirtip, tanışma yıldönümümüzü parkın ortasında kutlayalım” dedim. “Artık kargocuya da bir dilim pasta verip, birlikte selfie çektiririz” diye de ekledim.
Karım, “Saçmalama” diyerek bu ilginç önerimi değerlendirmeye almadı. İyi ki ona parka o yeşil scooter’larla gitmeyi düşündüğümü söylememiştim. Yine de ona metro istasyonlarında veya yakınlarındaki kargo dolaplarından söz ettim. “Evleri olmayanlar mı o kutuları adres gösteriyorlar?” diye sordu. “Ben de bilmiyorum ama gördüm” dedim.
James Webb’in antenleri açılırken, ben de geçmişe dalıp Sırameşeler’deki sıska ve uyumsuz halimi düşündüm. Richard Bach’ın bizde “Martı” adıyla yayınlanan bir kitabı vardır. Adı Jonathan Livingstone Seagull olan Martı’ya annesi şöyle der:
“Neden Jon neden? Neden sürünün geri kalanı gibi olmak zor Jon? Neden alçaktan uçmayı pelikanlara albatroslara bırakmıyorsun, neden yemek yemiyorsun da bir deri bir kemiksin?”
Geçmiş geçmişte kalmıyor, hele böyle önemli günlerde James Webb’in antenleri gibi belleğimizin tüm nöronları kıpraşmaya başlıyor.
Çekirge’de Çardak Restoranı’nı şimdi pek hatırlayan kalmadığı gibi, onun yanında bizim yılbaşı gecesi tanıştığımız, sonraları yıkılan Mutlu Düğün Salonu’nu da pek hatırlayan yok artık.
Kim hatırlayacaktı şimdi Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi ile BTSO’nun Bursa’ya birlikte Bir Akademi kazandırdığı zamanları…
Profesörden çok yazar olmak isteyen, aklı bir karış havada, yeni akademisyen eski çalgıcı meteliksiz bir deliyle evlenebilme cesaretini gösteren eşim ile “doğru ata oynama” konusunda da çeşitli görüşlerimiz vardı.
O beyaz sayfayı biz mi birlikte açmıştık, yoksa hayat mı bize açmıştı onu da doğrusu pek bilmiyorduk.
Neyse…
Evlendikten sonra, “Ne o, apartman görevlileri gibi birbiri ardına iki çocuk yapılır mı?” diye dalga geçtiğimiz bir yakınımız beddua etmiş olacak ki, az zamanda büyük işler başararak iki yıl içinde bir erkek, bir de kız çocuk sahibi olduk.
Ben oğlumun adının Gürsu olmasını istediğimde eşim sorun çıkarmadı ama kızımız doğduğunda onun da adını Birsu olmasını önerdiğimde, “Yeter artık bu kadar sululuk!” dedi ve kızımızın adını Gözde koyduk.
İki çocuklu, “Sübjektif Olasılık Tahminleri” gibi istatistikçilerin bile o zaman, “Yahu bunun sübjektifi de mi varmış?” dedikleri bir konuda doktoralı kulunuz, yedek subaylığını yapmak üzre Tuzla’ya avdet ettiğinde, ülkede hiç bitmeyen darbelerden biriyle 80 yılında tanışmış ve yedek subaylığını Ankara’da tamamlamıştı.
Aklıma o günleri düşünürken, Anton Çehov’un Martı oyunundaki diyalog geldi:
“Mâşa- Para… Ne önemi var paranın! İnsan yolsulken de mutlu olabilir.
Medvedenko- Evet teoride öyle… Ama işin pratiğinde nasıl oluyor bakın: Ben, annem, iki kız, bir de erkek kardeşim topu topu 23 rubleyle geçinmek zorundayız. İnsan dediğin yeyip içer, öyle değil mi? Sonra çay, şeker? Tütün? Çık bakalım işin içinden çıkabilirsen…”
Evet, çık bakalım işin içinden çıkabilirsen…
Evet insan yoksulken de mutlu olabiliyordu…
Ama paranın da çok önemi vardı, “mühim olan insanlık” diyerek sorunlar çözülemiyordu.
Hayatım boyunca , “paranın ne önemi var?” demedim, işin teorisinden çok pratiği ile de ilgilendim. Yazıyı çok sevmeme rağmen onu bile kaçınılmaz bir şekilde para ile aldattım. 1985 yazında sırf parasızlık nedeniyle Kurşunlu’da Ağustos sıcağında, “Kayserili Büyücülerin Toplumsal Sorumluluğu“ başlığı ile bir deneme yazıp, o zamanların popüler reklam ajansı Cenajans’tan ikincilik ödülü alınca, yazı yazarak para kazanılabileceğini anladım.
Karımın benim yazar kimliğimden çok akademisyem kimliğimi sevdiğini, ama benim gönlümün de süreki hurufatla ilgili şeylerde olduğunu hiç saklamaya gerek yok.
İki çocuğumuzun da İstanbul’a üniversiteye gittikleri dönemde, karı koca yalnızlığın ne olduğunu anladık…
Sonra çocuklar büyüp evlendiler…
Torunlar oldu…
“Allah’a şükür” dedik.
Ama tek bir şeyi unutmadık, 78’deki yılbaşı gecesi dansa kalkıp birbirimizin gözlerinin içinde James Webb’in kanatları gibi açılan o yolu ve hayatlarımızın geleceğini belirleyen o anı…
Bir de ilk dans ettiğimiz şarkıyı hatırlayabilsek…
Olsun, biriktirdiğimiz onca anı yeter bize.
Teoman’ın sözleriyle:
“Bir yer olsa demiştin senle ben için
Paramız olmasa da kalbimiz zengin
Birazcık gurur bolca da aşk
Çok gençtik hepsi buydu elimizdeki
Bir yol olsa demiştin senle ben için
O yolda hayatımı sana verirdim.”
Neyse, bırakalım modası geçmiş bir zamanın düşlerini bir yana da biz bakalım James Webb’in antenlerine.
Bakalım görmediğimiz neleri gösterecek, neleri anlatacak bize…
Terakkiperver ismail efendi 3 Yıl Önce
Necmi Bey Hocam, gecmisten gunumuze muhtelif vurgu ve hatirlatmalar ile guzel bir tarihcey-i hayatinizi paylastiginiz icin tesekkurler ederiz, sizi buradan zaman zaman okurum, Hayatinizi anlatirken o ESKI ve MESUT gunlerdeki yokluklar kuyruklar vesaire derken malumunuz iskencelerden tutunuz akillara ziyan nice hadiseler ( yazmaya dilim varmaz) olan bitenleride ancak yasayanlar bilir, ates dustugu yeri yakar misali yani, bu arada cocuklarinizin isimleri gayet hos ve guzel, eh muhterem esiniz ile adaletli bir tercih olmus, birini siz digerini esiniz isim olarak koymuslar, acaba kiziniz icin Birsu yerine Cansu diye teklif goturseydiniz hanimefendi ne derdi diye dusunurum, benim CanSU isminde yegenim var, kimbilir belki Allah nasip eylerse torunlardan birinin adi CanSU veya SU ile alakali bir isim olabilir, hem sizin ve bizim gerekceli bir bahanemiz var soyle ki:: Evliya celebi'nin dedigi gibi '' Bursa velhasil SU'dan ibarettir , haliyle SU sehri mudavimi olarak cocuklarimiza torunlarimiza SU'yu hatirlatan isimler vermek Terakkiye de mani degildir diye dusunuyorum . ilaveten hocam, gerek bizim toplumda gerek yasadigim amerika da bile projelerin isim babalari hakkinda merak edip okuyanlar pek azdir, mesele herkes Hubble teleskop ile yeni James Webb teleskobu bilir ama arka planini pek merak etmez, 1889 dogumlu Edwin Powell HUBBLE ile 1906 dogumlu James Edwin Webb ortak bir noktalari var, birinin ilk ismi digerinin orta ismi EDWIN , yani 3 harfli ve birden aklima 3 harfliler geldi , korktum icimden.. haha James Webb teleskoptan neler ogrenecegiz diye soracak olursak bunun cevabi daha birkac sene surer ve en onemlisi ilgili ve alakali kurumlar dunya'ya vermek istedigi kadar bilgi verir, malum kainat nice sirlarla dolu, insan suuru ne kadar kaldirir ? burasi soru isareti suphesiz.. sizin de dediginiz gibi bizim nesiller zor zamanlarin nesli idik, galiba 2123 senesi gelince dogacak cocuklar pek sansli olacak diye dusunuyorum, Konu cok yonlu olup hikaye uzun olabilir, madem konu SU'dan acildi, eh bende hanimefendinin dedigi gibi simdi gidip kendime Sulu bir isim degil ama ici az SULU omlet yapayim, (1) yaninda kahve ile, buyrun hocam beklerim, denizlerde SU bizde sulu omlet bitmez.. Affiniza magruren yorum olarak belki de fazla '' sululuk ' yaptiysam affola.. size ve muhterem hanimefendiye selam ve saygilar olsun hocam.. NOT- (1) >> Aziz Gazi Pasamiz, sebeb-i varligimiz ATATURK'de zaman zaman kahvaltida ici az SULU peynirli omleti pek severdi .. Fakat az kahvalti yapardi vs.. ( S.S.Aydemir-Tek Adam , H.Riza Soyak-Hatiralar, Ataturk'un usagi idim-Cemal Granda - ve muhtelif diger hatiratlar-gunlukler )
İlyas Sekizelma 3 Yıl Önce
Tebrikler. Aşk bu kadar güzel anlatılırmış. Gülen yüzün hiç solmasın, hayatın asfalt yollarında sayın eşinizle daima beraber olunuz.
Halis 3 Yıl Önce
Tebrikler Necmi güzel bir nostalji aynı zamanda dokundurucu anlayana selamlar