Ülkemize 270 yıl gecikmeyle gelen Matbaa, Avrupa'da ilk kullanımı ile birlikte maalesef hala uzun yıllarca kapatılamayacak bir yol aldı. Bugün her ne kadar teknolojik anlamada çok fazla geliştiğimizi söylesek de hala tam olarak Ayna’ya doğru bakamamanın acısını çekiyoruz. Matbaanın icadının Avrupa'ya getirdiği en önemli fayda, Avrupa Siyasal otoritesi'nin halk üzerindeki eğitimli ve kurumsal duruşu ile birlikte toplum kurallarının asırlar önce kabul edilebilir olmasıdır. İnsanlar, birlik olma şansını elde ederken hak ve özgürlüklerini korumak için yakaladıkları fırsatı "Her bireyin ahlaki yaşam hakkı" olarak kabul edip bugünkü "Sosyal Devlet" olgusuna evirmişlerdir.
Matbaanın Toplumsal Yapı'ya katkısı uzun, ciddi ve meşakkatli bir anlatım gerektirir. Bu konuya girmeden günümüzde bu kutsal mesleği yaşatmak adına Ülkemizde ve hatta bölgemizde neler yapılabileceği konusunda fikir sahibi olabilmek için bugünkü fotoğrafı doğru okumak gereklidir. Kalkınmanın Yerel'den başladığı gerçeğinden yola çıkarak Bursa'da Matbaalar ve Matbaacılık mesleğinin (sanki isminden utanılacak bir durum varmış gibi) "modernite adına" yeni ismi ile "Basım ve Yayım Teknolojisi" olarak değiştirilmesi, sadece "ucuz kahramanlık" tan başka bir şey değildir. Öz'e dokunmaz, yaşlı bir insanı makyaj ile gençleştirmeye dönük bir davranış modelidir. 40 yılını dolu dolu matbaanın her aşamasında bulunmuş bir "meslek erbabı" gözüyle aktaracaklarım, bugüne kadar bu sektörün sahiplerinin (!) ihmal ve işgüzarlıklarından ne yazık ki sessiz kaldığı, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığının iflas ettiği ve denizin bittiği noktada olmanın acımasız gerçeğidir.
1950'den 1970'lere kadarki dönem, Türkiye'de Gazete matbaacılığı konusunda istekli olduğu bir dönem. Daha fazla ağırlık Gazete Matbaalarında, çünkü iletişim ve haber anlayışının yukarıya tırmanmaya başladığı bakir yıllar. Matbaa teknolojisinin makineden daha ağırlıklı insan gücüne dayandığı, çalışanların iyi ücretler aldığı ve bu tür işletme sahiplerinin oldukça yüklü zenginliklerinin başlangıcı olarak da adlandırılabilir. 1970'lerden sonraki dönem, Özal'ın hamleleri ile teknolojik açıdan, her meslekte olduğu gibi matbaa açısından da bir nevi uyanış dönemi. İthal makinaların, yarı otomatik baskı makinalarının Türkiye'ye satışlarının başladığı, hurufat tekniğinden (Tipografi), ofset baskı tekniğine geçiş dönemi, ülkelerin yaşadıkları Turuncu Devrim'in başka benzetmesi ile adeta bir "Renkli Devrim" veya Matbaacılığın "Lale Devri". İnsan ne kadar güzel günlermiş demekten kendini alamıyor. Müşterisi, Çalışanı, Patronu ile çalışma koşullarının yeraltında konumlandığı, genellikle güneş göremez yerlerde kurulmak zorunda kalınan ağır tonajlı baskı makinalarının neredeyse 24 saat çalıştığı zamanlar. Herkes fakir ama mutlu ve güler yüzlü. Çalışıp kazanmanın ve eve ekmek götürmenin, dostluğun, komşuluğun, arkadaşlığın, meslektaşlığın, o ahilik ahlakının en güzel yaşandığı yıllar.
MATBAACILIK, ÖNCE SANAT SONRA MESLEKTİR
Milenyum, Dünya'nın evrildiği bir çağa başlangıcını o gece büyük başkentlerinde saatlerce süren şölenler ve bitmek bilmeyen havai fişekler ile kutlanıyordu. Geleneğini Osmanlı'dan alan, çalışma şevkini Kurtuluş Savaşı ile kazanan mazlum Türk halkı olarak, evlerimizde kuruyemiş ve tombala eşliğinde geçirirken, yaşanılan en az 20 mutlu yılın ardından bir daha o günleri göremeyeceğiz konusunda hiç bir fikrimizin olmadığını ta yılar sonra anlayacaktık. 2000'li yıllar Dünya'da yeni aktörleri söz sahibi yaptı. Çin birçok alanda farklı ithal ürünleri pompalamaya başladığında, çok geçmeden Dünya "Kalite" denen argümanını kaybediyordu. Vahşi kapitalizm, artık tüm ihtiyaçlara müdahale ederek her şeyin en ucuzunu olması gerekenden çalarak üretirken "Ticaret Ahlakı" kavramı, kısa sürede herkes için kabul edilebilir bir "Normalleşme" getirdi. Türkiye'de matbaalar kısa sürede gelen ithal mallardan ne bulursa kullanmaya başlarken, mesleğin etik ilkelerinin şirazesi kaymış, yıllardır Kalite ve güzel işçilik için kendi mesailerinden ücretsiz ödün verenler, aynı kalitesizliğe düşmemek için on yıllarca kazandıkları öz sermayeleri ve yatırımlarını, kurdukları işletmelerin devamlılıklarını sağlayabilmek ve çocuklarına isim miraslarını bırakabilmek adına gece gündüz kazandıklarını satmak zorunda kalıyorlardı.
Matbaalardaki Rekabet, iş ve ahlak seviyesini aşmış etik kaybolmaya başlamıştı. Matbaa çalışanları da, değişen nesil ile birlikte tüketici alışkanlıklarına da uyum sağlamış, daha 5-10 yıl öncesi ay sonlarında evlerine iyi kazançlar ile dönüp yatırım yapan bir güruh, yerini ay sonlarını getiremeyen çalışma ve ahlak anlayışlarını yavaşça yitiren, samimiyetsiz ve sorumsuz bir gruba bırakıyordu. Avrupa eskittiği teknolojisini "böbreklerini boşaltırcasına" tüm Dünya’ya kendi para birimi ile satıyordu. Matbaalarımız bundan nasiplenerek, onlara göre eski ama bizlere göre yeni teknolojiyi kullanmaya başlamıştı. Tam otomatik Ofset Baskı Makinaları eski ustalıkları gerektirmiyor ancak zaten yüzde 70 ithal mala olan bağımlılığımızı yüzde 90’lara kadar çıkartıyordu. İnsan gücü yerli, kalan ithaldi. Öyle ya, Türkiye'de sadece 1. hamur üretimi vardı o da zaten çok komik rakamlardaydı. Yıllık 300 bin ton kâğıda gereksinimi olan ülkede Yılda 5 bin ton üretilen kâğıt devede kulak bile değildi.
Ve bugünlere gelindi. Hala Matbaacının sorunu bitmedi hatta bırakın bitmeyi, son döviz dalgalanmasıyla artık altından kalkılamaz bir duruma geldi. İthal hammadde maliyeti son iki ayda tam 3 katına çıktı. Günlük maliyetler, yeni gelen yıl ile birlikte en az iki katına çıkarken, az da olsa çalışan matbaa makinalarından çoğu yerde artık tık ses yok. İmalatın içinde olanlar çok iyi bilir. Üretim, bizim olmazsa olmazımızdır. Bizler matbaa sektörünü bugünlere taşıyanlar olarak elimize geçen üç kuruşu dahi işimize yatırmış, mesleğimizin kutsallığını bilerek eski alışkanlıklarımızı hala devam ettirmeye çalışan sanatkârlarız. Bugün bu sektör, personel bulamamaktan, tüm malzemesini ithal para birimi ile alıp, yerli para birimi ile satış yapmaktan, borçlarını ödeyememekten, yaptığı yatırımın onda birinin bile karşılığını alamamaktan neredeyse "kaybolmakta olan meslekler" listesinin yeni ve en büyük adayıdır.
Hızlı bir Devlet desteği acil ve önemlidir. Bursa bir sanayi kentidir demek ya da bunu deklere etmek işin en kolayıdır. Ancak altı boştur. Çünkü Bursa sadece inşaat, tekstil (taklit), otomotiv (montaj) ve turizm sektörlerinden ibaret değildir. Matbaacılık bir sanat işidir, montaj ve taklit üretimi yapmaz. Bursa'da kayıtlı matbaa sayısı 500'e yakındır ve makina emtia varlıkları toplamı ise finansal ölçüde tekstilden aşağı değildir. Tüm sanayi Bölgelerindeki imalat sanayilerinin, mallarını kıymetlendirmeleri "matbaa sanatı'nı" zorunlu kılar. Gıda Sanayii'ndeki tüm ürünlerin satış görsellikleri yine aynı merkezden geçer. Ambalaj, son tüketicinin alım gücünü artıran en önemli etkendir. Hadi her şeyi bir kenara bırakın, bir ülkenin kültürü matbaadan geçer. Eğer sanatkârınız yoksa alet ve ekipmanınız yoksa kendi dil ve kültürünüzü emanet edeceğiniz bir yer de yoktur. Gelecek nesillerin kendi örf ve adetlerimizi, şanlı tarihimizi, dilimizi kaybetmesini istemiyorsak Matbaanın eski saygınlığına kavuşmasına destek vermeli, çok büyük zorluklar ile sahip olduğumuz bu mirasa sahip çıkmalıyız.
Bu vesile ile 9 Şubat 2022 Çarşamba günü Bursa Matbaacılar ve Kırtasiyeciler Odası kurul seçimlerinde yarışacak, yönetimdeki Başkan Sn. İsmail AKAR ve ekibine, başkanlık adayı Sn. Erhan ÖZTÜRK ve ekibine, başkanlık adayı Sn. Mehmet Akif EROL ve ekibine başarılar diliyorum. Yeni bir seçim yeni bir heyecandır. Umarım bu koltuğa içi meslek aşkı ile dolu olan bir aday ve yönetim oturur. Bugüne kadar üstü tozlanmış, cansız ve sahipsiz kalmış yapıya bir enerji ve hareket getirir. Mücadele ruhu önemlidir. Doğru işler yapan kişilere her zaman desteklerimizi, yanlış giden düzene, sadece koltuk sevdası ile seyirci kalanlara da her zaman sitem ve eleştirilerimizi bu satırlardan vermeye devam edeceğiz. Sektörümüze hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.