Yeni bir kavram öğrendim. Aslında bildiğim bir durumun bir kelimede ifade edilmiş haliydi. “Hah, tam oturdu!” dedim.
“Yeşille aklama” gibi bir kavram. Bu sefer “vatandaşla aklama.”
“Yeşille aklama” ifadesinde bir kuruluşun aslında çevre dostu olmadığı halde çevre-dostu imajı oluşturabilmek için yayımladığı yanıltıcı, kasıtlı olarak yanlış yönlendiren bilgiyi buluyoruz.
“Vatandaşla aklama” ifadesi de vatandaşların görüşünü almadığı halde onları karar verme süreçlerine katmış gibi görünme durumunu anlatıyor.
Bir başka “mış gibi görünme” hali…
Çok duyarız, “Bunu vatandaşımız istedi. Öyle yaptık”, “Bu vatandaşımızın faydası için”, “Vatandaşın görüşünü aldık…” Vatandaşın bunlardan hiç haberi yoktur hâlbuki.
Politikacıların pek sevdiği bir kelimedir, “vatandaş.” Kendi kararlarını vatandaş istemiş gibi göstermeyi çok sever politikacılar. “Vatandaş” deyince akan sular durur çünkü. Kendi kararlarını haklı çıkarmak için “vatandaş” kelimesini kullanırlar ve kararlarını aklamış olurlar. İşte size vatandaşla aklama!
Öğrendiklerimi aktarmaya çalışayım. Avrupa Çevre Bürosu’ndan Ruby Silk kaleme almış. Konuyla ilgili en detaylı açıklamayı ondan okudum.
Efendim, Antik Yunan’da “vatandaş” denince devletin işlerine katılmaya yasal hakkı olan kişiler kastedilirmiş. Günümüz demokrasilerinde bu kavram biraz genişledi elbette. Belli bir gruba ait değil vatandaşlık ve kadınları da alıyor içine. Karar verme süreçlerine katılma hak ve sorumluluğunu gündeme getiriyor vatandaşlık kavramı. Ama soruyu şöyle soruyoruz: Gerçekten kararlarımız politikayı şekillendirebiliyor mu? Vatandaş o güce gerçekten sahip mi?
Çevresel Etki Değerlendirmesi süreçlerinde bir “Halkın Katılım Toplantısı” vardır ki dillere destan. Yönetmelik gereğidir bu toplantıyı yapmak. Bir toplantı yapılır; proje halka anlatılır bir iki saat içinde. Halk anlatılanları anlar veya anlamaz. İtiraz eder veya etmez. Ama toplantıya katılmıştır. Büyük resme bakıldığında halkın görüşü alınmıştır işte. Kararlar halkla birlikte alınıyor işte. Ama proje halka rağmen yapılır mı? Evet. Halkın arka bahçesine yapılır mı? Evet. Yapılan proje halkın geçim kaynaklarını, suyunu, havasını, toprağını kirletse de yapılır mı? Evet. Ama nasıl? “Halkın Katılım Toplantısı” yapıldı ya işte. “Projenin o kadar da büyütülecek bir çevresel etkisi yokmuş. Hep bu çevrecilerin abartması…”
Böyle diye diye bugünlere geldik.
Hangi çevre sorunundan bahsedeyim? Toprak kirliliğinden mi? İklim değişikliğinden mi? Toprak altına gömülen tehlikeli atıklardan mı? Sulardaki tehlikelerden mi? Mikroplastiklerden mi? Azalan biyoçeşitlilikten mi? Tükenen kaynaklardan mı? Hangisinden bahsedeyim. Oysa ne yapıldıysa vatandaş için, çevre için yapıldı(!) Yönetmeliklere uygun olarak yapıldı.
İklim değişikliği de böyle dile dolanan konulardan biri oldu. Halk konuyla ilgili daha fazla bilgi sahibi oldukça, bu kavram politikacıların konuşmalarında daha çok yerini bulmaya başladı. Her şey çevre için, her şey vatandaş için. Sürdürülebilir bir toplum için, sürdürülebilir bir gelecek için… El ele tutuşup gidiyor vatandaşla aklama ve yeşille aklama kavramları. “Vatandaş çevrenin korunmasını istiyor. Biz de bunu çok önemsiyoruz. Bakın bakın geri kazanım (!) yapıyoruz.”
Aslında önemsenen çevresel bozulmadan etkilenen halk mıdır? Yoksa oy kullanma hakkı olan vatandaş mıdır? Önemsenen halk ise henüz oy kullanma hakkı olmayan çocukların ve bebeklerin de geleceği düşünülürdü diye aklımıza geliyor bazen. Tüm insanlık düşünülürdü. Dünyanın bir yerinde cayır cayır fosil yakıtlar kullanılıp gezegen ısıtılırken, sular altında kalan başka ülkelerin insanları da düşünülürdü. Veya susuz kalan insanlar da düşünülürdü örneğin.
“Önemsenen vatandaş mıdır?” diye soralım o halde. Yani oy kullanabilen vatandaş mıdır önemsenen? Önemsenen vatandaş olsaydı onların yaşamları da düşünülürdü bir şekilde. Onların yaşamları de çevre problemlerinden mustarip olduğuna göre, akla başka bir şey geliyor. Aslında yaşamların hiç önemi yok mu? Görüntüler midir önemli olan?
Önemsenen, vatandaştan çok vatandaşa nasıl göründüğünüz müdür?
Bu görüntüye verilen önem yüzünden biz “vatandaşla aklama” kavramıyla tanışmış oluyoruz.
Soralım o zaman kendimize: Gerçekler mi yoksa gerçeğin gölgeleri midir karşımızdaki?