“Halkın siyasi hayata katılması, yani gitgide yönetici sınıf haline gelmesi, içinde bulunduğum dönüşüm devrinin en dikkat çekici özelliklerinden biridir. Bu siyasi güç aktarımının ayırt edici karakteristiği, uzun zamandır uygulanan fakat pek etkili olmayan evrensel oy kullanma hakkı değildir. Kitleler gücünün ortaya çıkışı, önce bazı fikirlerin yavaş yavaş zihinlerde yer etmesi ve sonra da başlangıçta düşünce düzeyinde kalan kavramların gerçekleştirilmesi için fertlerin birleşmeleriyle mümkün olmuştur.” A.g.e., s.22.
Bireyden topluma diye başlayan birçok sirküle edilen olgunun mahiyeti temelde insan aklının bir görüngesi olarak değerlendirilmektedir. Birey ve toplum arasındaki ilinti, akıl ve insan arasındaki ilişkiden yola çıkarak anlam kazandırılmaya çalışılmaktadır. Kişinin hürriyeti, özgürlüğü veya edimsel tüm faaliyetleri üzerine yapılacak ölçme ve değerlendirilmede ortaya konan bilgi ve türevleri, kendi içerisinde toplumsal farklılıklar göstermektedir. Öyle ki evrensel bilgi ile ahlak fikrinin salt kapsayıcı olması dışında, kültürel içkinliğine de haiz olması beklenmektedir. Ne var ki tümele erişememiş bilginin kültürel genelliğe intifa etmesi de beklenemez. Böyle bir fikir akışı içerisinde birey, toplum, akıl gibi değer ölçüleri insanın dört başı mamur bir varlık olmaktan çok, eklektik ve sınırlı görüntüsünü bizlere sunmaktadır.
“Miadını doldurmuş medeniyetlerin ortadan kaldırılması şimdiye dek kitlelerin en belirgin vazifesiydi. Bu vazife yalnızca bugüne mahsus da değildir. Tarih bize gösteriyor ki bir medeniyete temel teşkil eden ahlaki kuvvetler güçlerini kaybettikleri zaman nihai çözülüş de bilinçsiz ve hoyrat kitleler tarafından değil, küçük bir entelektüel aristokrasi tarafından yönetiliyordu.” A.g.e., s.11.
Kimin İçin Bu Kitap: Kitlelerin Psikolojisi
“Bütün milletlerde görülen evrensel belirtiler, kitlelerin gücünün nasıl hızla arttığını gösterirken bu büyümenin yakın zamanda sonlanacağını varsaymaktan da bizi alıkoyuyor. Büyüme bize ne getirirse getirsin katlanmak zorundayız. Karşı çıkmak maksadıyla üretilen savlar, nihayetinde hiçbir işe yaramayan boş laflar olarak kalıyor.” A.g.e., s.64.
Her kitabın mutlak bir okuyucu kitlesi olduğu her bireyin anlayacağı bir hakikat. Ancak bazı kitapların ise özel veya belirli okuyucu kitlesine yönelik seçimler yaptığı da evrensel bir gerçeğin yansımasıdır. Bu bilgi içerisinde kitapları okuyucularına göre ayırmak ya da okuyuculara göre kitap yazmak başlı başına pragmatik veya tikel ifadelerin içeriğe doldurulmasına neden olmaktadır. Örneğin bu düşünce üzerinden gelişen modern basın yayın araçlarının da eylem olarak seçtikleri bir yolun, kitap ve okuyucu bağına önemli zararlar verdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ne var ki bu giriş cümlelerinin nedeni, aslında tam da incelediğimiz eserin, okuyucusu ile olan bağını ortadan kaldıran anlamı ifade etmesidir. Başka bir ifade ile eserin niteliksel kategorisi, kitabın2, bireylerin kitlelere dönüşmesini içermektedir. Eser, dili, içeriği ve teması bağlamında her bir okuyucunun düş dünyasına hizmet etmeyi beklemektedir. Ön okuma veya araştırma yapmadan, hızlı ve günceli tüketim adına bile okunabilecek bir eser olarak “bile” sınıflandırabiliriz.
Ne İçin Bu Kitap: Kitlelerin Psikolojisi
Aslında bu koyduğumuz başlıklardan en çok sevdiğim kısım, bir kitabın “ne için” olduğunu ortaya koymayı denediğimiz bu bölüm. Öyle ki salt bir ifade biçiminden ziyade kitabın ne’liğini de işin içine katmak ayrı bir hazzın doğmasına neden olmakta. Bir eserin ne’liği veya ne için olduğunu belirlemek aslında eseri okumak ile okumamak arasındaki farkı ortadan kaldırmaktadır. Zira mahiyeti bilinen eylemin sonucunun ne olduğu pek de önemli değildir.
“Bugün kitlelerin hak talepleri giderek daha açık ve kesin şekilde ifade ediliyor. Bu taleplerin, medeniyetin doğuşundan önceki insan gruplarının tabii halini ifade eden ilkel komünizme varabilmek için şimdiki toplumu yok etmek yönünde bir kararlılık sergilediği ortada. Madenlerin, demir yolarının, fabrikaların ve toprağın kamulaştırılması; çalışma saatlerine sınıf getirilmesi, malların eşit bölüşümü, halkın çıkarı gözetilerek seçkin sınıfların tasfiyesi…. İşte bunlar kitlelerin talepleridir.” A.g.e., s.49.
İyilik ve kötülük kavramlarından yalıtık düşündüğümüzde insanın tanımı pek kolay gerçekleşmektedir. İnsan, eyleyen varlıktır. Hatta iyi ve kötünün ötesine geçme çabası olmaksızın bir insan anlayışı düşünmek başlı başına zooloji ile uğraşmanın diğer adı olarak dile gelmektedir. İyi ve kötünün gerek hayatımız gerekse kavramsal bütünlüğümüz için olan önemi eylemlerimizin nedenselliği ile süre gelmektedir. Bireysel eylemlerimizin köşelerine koyduğumuz kanuni bütünlükler bir yana, ideallere yerleştirilen asal sınırlar, kişinin hürriyet alanındaki kısıtlamayı, özgür iradesi ile seçmiş olmanın yanılgısına düşürmektedir. Başka bir ifade ile insan, insan olarak kendine pranga vurmakta ve bunu yine insanca yapmaktadır. Ancak bu insani eylem biçimi, bilinen anlamı ile insani naiflik değil, insani zorunluluğu ifade etmektedir. İnsani zorunluluk veya teşnelik, toplumsal yapının bireyi belirli eylemlerin içerisine neşretmektedir. Bu işlem gücü bireyin akıl ile idrak-ı mümkün olmayan izahlar bütünü ile baş etmesine neden olmaktadır
“Neredeyse bir asır önce devletlerin geleneksel siyaseti ve hükümdarlar arasındaki rekabet hadiseleri belirleyen ana faktörlerdi. Kitlelerin fikri ciddiye alınmaz hatta çoğunlukla hiçbir önem arz etmezdi. Oysa bugün geleneksel siyasetin egemen güçlerin şahsi eğilimlerinin ve rekabetlerinin artık hiçbir önemi yok.” A.g.e., s.52.
Birey olarak insanın fikirsel savunusunu, toplumsal karşılığı ile örtüştürmek adına girdiği yollar göz önüne alındığında kişi, kendiliğinden akıl ve sağduyu öncülünden vazgeçmektedir. Varlığına broş olan düşler, kitlenin avuçlarında sadece ayaklar altına alının mendil parçaları haline gelmektedir. Tikel bir ifade biçiminin zorluğu içerisinde çırpınan yüreğin, ahali ile karşılaştığındaki tavrı da aynı çırpınışı öfke nöbetine, kanunsuzluğa ve başıboşluğa sürüklemektedir. Başka bir ifade ile kişinin kendi iç dinamiklerinde gerçekleştirmesi ilkece mümkün ancak pratikte ihtimal dışı olan aksiyonlar, kitlenin potansiyeli içerisinde kendini göstermektedir. Eserimizin “ne için”liği de tam bu noktada anlam dünyamıza hizmet etmektedir. Metin bize, birey ile kitle içindeki kişi arasında kurulan eylem birliği ve ayrıklığının köktenciliğini göstermektedir.
Bir Kitap Yazarı: Gustave Le Bon
“Devrimlerden ve bilhassa Fransız devriminden nefret eden Le Bon her türlü topluluk gibi temsil işlevi gören meclislerin de kitle psikolojisini yansıtan bir "kalabalık" olduğunu savunuyordu. Ona göre bireyin zekâ seviyesiyle orantılı kararlar almasını önleyen "yığın psikolojisi" sendikaların, siyasi partilerin ve bilhassa meclislerin çalışmasına egemen olarak batı uygarlığının çöküşünü hazırlıyordu. Bu süreci tersine çevirmenin tek çaresi seçkinlerin inandıkları dönüşüm programlarını bu tür temsilî yapılara karşın taviz vermeden uygulamalarıydı. Bu programları kitlelere benimsetmenin yolu ise bunları onların onayına sunmak değil, bunların kendilerinin yararına olduğunu onlara sürekli biçimde tekrarlayarak içselleştirilmelerini temin etmekti.” Bkz.e-arşiv.org (15)
Daha önce sıkça bahsettiğim ve anlam dünyamıza girmesi adına çok önemli bir metodoloji olan dönem ve düşünür ilişkisi Bon’da da karşımıza çıkıyor. 19. Yüzyıl düşünürü olarak Bon’da dönemin ruhu ile paydaş görüleri bünyesine misafir ediyor. Ancak onun düşünsel önemi tam da konumuz olan eserin içeriğinden süre geliyor. Ona göre birey ile eşdeğer yaşamın bağı, kitlenin varlığı ile son bulmaktadır. Başka bir ifade ile birey ile kitlenin ilişkisi mutlak birinin yoksunluğuna gebe olmaktadır. Bu salt bir ontolojiden ziyade düşünsel bir kavramlar bütünün erimesi olarak anlaşılabilir. Bu ve benzeri fikirleri aynı çağın düş ve düşünce bireylerinde daha önce işledik ve işleyeceğiz.