İnsan havayı güzel görünce mutlu olur değil mi? Yağmur yağmıyor, hava sıcak. Tam bir gezme havası!
Ben artık sevinemiyorum havayı güzel gördüğüme. Bu yıl hem Kasım hem de Aralık ayında, evden her dışarı çıkışımda havayı güzel (!) görünce üzülür oldum.
Eskiden bana neşe veren bu güzel havalar artık neşe vermiyor. Orhan Veli’nin o güzel şiirini de okuyamıyorum artık. “Beni bu güzel havalar mahvetti” diyen şiiri aklıma her geldiğinde “gerçekten mahvolduk” diyesim geliyor.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı güncel verilere göre, 1981-2010 yılları arasındaki 29 yıl boyunca Türkiye’de yaşanan Kasım aylarının ortalama sıcaklığı 8,9C imiş. Bu yılın Kasım ayı sıcaklığı ortalaması ise 11,4C olarak ölçülmüş. Tam 2,5C’lik bir artış! Aralık ayına bakalım. Yıllar boyunca Aralık ayı ortalaması 4,6C olmuş. 2020 yılı ortalaması ise 7,2C olarak belirlenmiş. 2,6C’lik bir artış!
Nasıl sevineyim o zaman bu güzel havalara? Ne anlama geldiğini biliyorum. İçim acıyor. Gittikçe ısınıyoruz. Bundan sonraki yıllar daha iyi olmayacak. Yazlar daha sıcak, kışlar daha sıcak… Sıcak havalar bize hep Dünya’nın ısındığını hatırlatacak. Sürekli başımıza kakacak.
En zor duygulardan biri çaresizlik hissi olsa gerek: “İklim çaresizliği”. Doktorlar artık böyle teşhisler koymaya başladılar; iklim kaygısı, iklim çaresizliği, iklim depresyonu… Bazılarında o boyuta geliyor ki bu his, hayatın anlamsız olduğunu düşündürüyor. “İklim değişikliği durdurulamaz, insanlığı yok oluşa sürükleyecek. Bu nedenle yaşam nafile bir çabaya dönüyor,” diye düşünmeye başladı pek çok insan.
İnsanlık, gezegendeki bu kısa tarihi boyunca bu boyutta bir yok oluş tehdidiyle, yaşamsal tehditle karşılaşmadı. Bu nedenle bu tehditle baş edebilecek bir donanım geliştiremedi. Kasım ayında Glasgow’da yapılan toplantıda verilen sözler tutulursa, en iyi durum senaryoları çalışırsa, yaz gelir de yonca biterse, 1,5C’lik bir sıcaklık artışında kalabilme hayalini sürdürüyor uluslararası topluluk. Bu durumda bile bugünün sıcaklıklarını mumlarla arayacağız. Diğer taraftan sözlerin bugüne kadar olduğu gibi yine tutulmayacağını çocuklar bile tahmin edebiliyor.
Durumu iyi okuyanlar için bütün bu gerçekleri bir araya koyduğunuzda kaygı uyandıran, depresyona neden olan tablolar ortaya çıkıyor. İklim depresyonu en çok gençlerde yaygın… Olumlu düşünerek iklim krizi tedavi edilemiyor maalesef. Gerçek hamleler, dünya liderlerinden dürüst davranışlar bekleniyor.
18 yaşında gencecik bir insan hayal edin. Z kuşağından… Bir taraftan iklim gerçeği, diğer taraftan sürekli hamaset yapan politikacılar. Bir başka taraftan ise hiçbir şey olmamış gibi yaşamını tüketmeye ve kirletmeye devam eden sanayi ve gözlerini kapatan insanlar. Dünyanın bilgisine tek tuşla ulaşma becerisine sahip aklı başında olan gencimiz, geleceği için kaygı duymayacak mı? Kızmayacak mı, “Madem yaşatmayacaktınız, neden dünyaya getirdiniz,” demeyecek mi? O gencecik insanın omuzlarına böyle ağır bir yük bırakmaya ne hakkımız var acaba? Psikolojisi de cabası… Bu psikoloji yalnızca olumlu düşünerek çözülemez. Böyle bir durumda “olumlu düşün” demek bile toksik bir etki bırakır.
Bir zamanlar iklim değişikliği dediğimiz zaman, soyut bir kavramdan söz ettiğimizi düşünürdü insanlar. Şimdi maalesef elle tutulur, gözle görülür hale geldi etkiler. Buna rağmen gözlerini kapatanlar yok değil elbette.
Yılın son günlerini yaşıyoruz. Dönüp bakalım 2021 yılına. Kuraklık, sel, yangın, müsilaj… Öyle bir zaman geldi ki hepsini normal kabul etmeye başladık. Önce biraz sarsıldık, sonra rutinimize döndük. Elbette, yaşam devam ediyor. Biz de yaşamaya devam etmek için elimizden geleni yapmalıyız. Ama bütün bu felaketler yokmuş gibi davranmak da ne demek oluyor? Biz depremlerden sonra da böyle yapıyoruz. Olay anında büyük tepkiler verip, derin bir nefes alıp, kolları sıvayıp, biraz zaman geçince de balon gibi sönüyoruz. Balon gibi sönünce de eylemsizlik kuralları işlemeye başlıyor. Bir de bakıyoruz ki depreme karşı bir önlem almamışız; yangına, kuraklığa, sele, ısınmaya karşı pek de bir şey yapmamışız. Yeşille aklama yapıp biraz yeşil kredi alabildiysek böbürlenip durmuşuz.
Z kuşağından gencimizin sesine kulak verelim yine. Ne diyor bakalım: “Üzgünüm ama gelecek için umudum yok. Anlamlı değişiklikler yapmak için fırsatlarınız oldu ama yapmadınız. Bundan sonra da yapacağınızı sanmıyorum. Neden beni okullara gönderiyorsunuz, anlamsız konulara çalıştırıyorsunuz, az olan zamanımı benden alıyorsunuz? Neden? Bu gezegendeki yaşamım ne kadar sürecek, nasıl sürecek belli değil. Bari gençlik yıllarımı yaşayayım, hala içecek su bulabiliyorken”.
Derin bir keder… Yalnızlık, değersizlik hissi…
Tekrar sormak istiyorum. Hakkımız var mı bizim böyle etkiler bırakmaya?
Eski Yunanca’da “neo” genç demek. “Neosit” kelimesi de “gençleri ve gelecek nesilleri kasıtlı olarak öldürmek” anlamına geliyor.