Kalbinizi açın!
Ne kadar duygu dolu bir söylem, değil mi? Kulağa romantik geliyor.
Bir anlam ifade ediyor mu günümüz dünyasında? Neredeyse taş kalpli olmanın profesyonellik sayıldığı, dışarıdan kafalarımızı sallayıp içeriden türlü türlü bahaneler uydurduğumuz, empati gösterileri yaparken hep “ama”lar sunduğumuz günümüz dünyasında… “Poker yüzlü” olmanın yüceltildiği bir dünyada…
“Kalbinizi açın” diyordu Kenyalı genç aktivist, Glasgow’daki COP26 toplantısında. “Biz burada, bu konferans salonunda rahatça otururken Kenya’da 2 milyon kişi iklimle bağlantılı açlıkla yüzleşiyor. Geçtiğimiz yıl yağmur mevsimi yaşamadık. Bilim insanlarına göre yağmurun bize dönmesi bir 12 ay daha sürebilir. Bu arada nehirlerimiz kuruyor; tarladan ürün toplayamıyoruz; ambarlarımız boş; hayvanlarımız ve insanlarımız ölüyor. Gözlerimle gördüm. Anneleriyle birlikte su bulabilmek için 20 km yürüyüp kurumuş nehre ulaşan üç çocuğun ağladığını gözlerimle gördüm.”
Bu aktivist duygu sömürüsü yapmıyordu. Durumu anlatıyordu. Yaşananlar gezegenin dengesini bozan insanın faaliyetlerinin bir sonucuydu. Erken davranıp sanayileşmesini tamamlayan ve zengin olan ülkelerin sebep oldukları bu kayıp ve hasarları karşılamaları bekleniyordu. İklim finansını sağlamak ve yaklaşan krizi yavaşlatmak için bir dakika daha fazla düşünmeden, tereddüt etmeden hareket etmeleri bekleniyordu. Kalplerini açmaları, durumu anlamaları bekleniyordu. Sadece gelişmiş değil gelişmekte olan ülkelerin de geleceği görmeleri bekleniyordu.
Öyle mi oldu? Kalplerini açtılar mı bu ülkeler günün sonunda? Anladılar mı Tuvalu’dan gelen su içindeki görüntüleri? Anladılar mı Barbados Başbakanı’nın çığlığını? Yoksa anlamış görünüp, alkışlayıp, sonra unuttular mı? Kalplerini gerçekten açmadılar mı yoksa?
Bilim insanları araştırmıştı: Glasgow İklim Paktı ileriye doğru atılmış bir adım olsa da, karbonsuzlaşma çabaları küresel ısınmayı 2C’de sınırlamayı sağlayamayacak.
Glasgow’un sonuçları tüm tarafları memnun etmemişti. Emisyonları azaltmak için daha güçlü taahhütler gerekiyordu. İklim değişikliğine karşı kırılgan olan ülkeler için kayıp ve hasar bütçesiyle ilgili güçlü ve net kararlar alınmamıştı. Masaya konan problem henüz tam olarak çözülmemişti.
Glasgow İklim Paktı
Glasgow İklim Paktı seragazı emisyonlarının 2030 yılına kadar 2010 seviyelerinin yüzde 45 altına düşmesi gerektiğini ifade ediyordu. Mevcut emisyon azaltım sözleriyle bunun sağlanamayacağına, hatta emisyonların 2030’a kadar 2010’a göre yüzde 14 artmış olacağına işaret ediliyordu.
Ülkeler emisyonları daha hızlı bir şekilde azaltmak gerektiğini, hatta her yıl bir rapor vermeyi kabul ediyordu. İlk defa bir taraflar konferansında kömürden bahsediliyordu. Kömürle enerji teminini azaltmaya başlamak ve fosil yakıtlara verilen sübvansiyonları sonlandırmak alınan kararlar arasındaydı.
Konferanstaki en büyük hayal kırıklıklarından biri son gün yaşandı. “Kömürden çıkış” sözü tam verilecekken, son dakikada Çin’den ve Hindistan’dan müdahaleler geldi. “Kömürden çıkış” değil “kömürü kademeli olarak azaltmak” diyelim dediler. Karar metni yumuşatılmış, sulandırılmıştı.
Glasgow İklim Paktı’nda başka şeyler de vardı. Bazı ülkeler ağaçsızlaşmayla mücadele etme, bazıları metan emisyonlarını azaltma sözü veriyorlardı. Finans sektörü trilyonlarca doları net-sıfır emisyon sözü veren firmalara yatırma kararı almışlardı. Ancak yine de modelleme sonuçları bütün bunların 2C hedefi için yeterli olmayacağını söylüyordu. Son yapılan araştırma (Climate Action Tracker), ülkeler hedeflerini sağlasalar bile, 2100 yılına gelindiğinde sıcaklık artışının 2.4C düzeyinde olacağına işaret ediyordu.
Konferans salonunun dışındaki sivil toplum, fosil yakıt üretiminin bir an önce sonlandırılması ve ekonomilerin sürekli büyüme hastalığından kurtulması gerektiğini vurguluyordu.
***
Kayıp ve Hasar Bütçesi
Zengin ülkelerin fosil yakıttan çıkış için düşük ve orta gelirli ülkelere finans desteği vermesi konusu konferansta en çok tartışılan konulardan biriydi. Yüksek gelirli ülkelere karşı önceki sözlerini tutmadıkları için çok büyük bir öfke belirmişti. Bu söz, zengin ülkelerin iklim finansı için 2020 yılına kadar her yıl 100 milyar dolar ödemeleriyle ilgiliydi. Bu söz bir türlü tutulmamıştı.
Glasgow İklim Paktı, “uyum bütçesinin 2025 yılına kadar iki katına çıkarılması” taahhüdünü içeriyordu. Bu 40 milyar dolar demekti. Bu bütçe iklime karşı direnebilmeleri için en düşük gelirli ülkelere verilmeliydi.
Ancak bu pakttan bir “kayıp ve hasar fonu” kararı çıkmamıştı. Bu, iklimden zarar görmüş ülkeleri ayakta tutabilmek için gerekliydi. Sebep olmadığı felaketlerin darbesini yiyen en düşük gelirli kırılgan ülkeler bir darbe daha yemişlerdi. Kalpler henüz açılmamıştı çünkü.
***
Karbon Piyasası
COP26 müzakerecileri uluslararası işbirliği ve karbon piyasaları üzerine de karara varmışlardı. Bu konu 2015 Paris İklim Anlaşması’ndan beri tartışılıyordu. Yeni kurallarla işleyen bir muhasebe sistemiyle emisyon azaltım miktarlarının iki kez sayılmasının önüne geçilmesi planlanıyordu artık. Bir şirket veya bir ülke bir başka ülkedeki emisyon azaltım projelerine yatırım yaparsa, yalnızca Birleşmiş Milletler’e yapılan ilk kayıt dikkate alınacaktı. Ortak bir muhasebe sistemi kurulduğunda, Avrupa, Çin ve ABD’nin bazı eyaletleri gibi farklı ülkelerde işletilmekte olan emisyon ticaret sistemlerinin birbirleriyle bağlantılı hale getirilmesi sağlanmış olacaktı.
COP26’dan önce yapılan bir analiz, küresel bir karbon pazarı kurulabilirse 2030’a kadar yıllık 300 milyar dolarlık bir bütçenin ortaya konabileceğini belirtiyordu. Araştırmaya göre, bu bütçenin iklim için ayrılması durumunda 2030’a kadar planlanan emisyon hedeflerinin sağlanması bile mümkün görünüyordu.
***
Hindistan
Hindistan ve Çin’in kömürden çıkış kararına son dakikada yaptıkları müdahale eleştirildi. Bunun yerine alınan kömürü kademeli olarak azaltma kararı hayal kırıklıkları ve endişe oluşturdu. Konferans başkanı Alok Sharma, “Çin ve Hindistan’ın dünyadaki kırılgan ülkelere yaptıklarını açıklamaları gerekecek” diyordu.
Zirvenin başlangıcında Hindistan Başbakanı 2070’e kadar net-sıfır olacaklarını ve 2030’a kadar enerji karışımlarındaki yenilenebilir enerji oranını yüzde 50’ye çıkaracaklarını söylemişti. Özellikle yenilenebilir enerji hedefi taraflarca beğeniyle karşılanırken, Hindistan’ın bu duruşla tam bir zıtlık içindeki son dakika müdahalesi kömürle ilgili kararı sulandırmıştı.
Normalde Hindistan’la gergin bir ilişki içinde olan Çin ise final müzakerelerinde komşusuyla güçlü bir ittifak oluşturmuştu. Çin ısrarla ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve yeterliklerden söz ediyordu. Bu şu anlama geliyordu: “Ülkeler iklim değişikliğiyle mücadele etmek için ortak bir sorumluluğa sahip; ancak, ekonomik gelişmelerinin farklı aşamasında oldukları için iklim mücadelesinde farklı kapasitelerinin olduğu unutulmamalı.”
Hindistan, “Gelişmekte olan ülkelerden kömürden çıkış ve fosil yakıt sübvansiyonlarını durdurma kararını nasıl beklersiniz? Bu ülkeler hala yoksullukla mücadele etmeye çalışıyorlar,” diyordu.
Nihai karar anons edildiğinde bazı ülkeler hayal kırıklıklarını ifade ettiler. Küçük ada ülkeleri ise 1.5C’den uzaklaşmanın kendileri için ölüm cezası anlamına geldiğini vurguladılar.
Sivil toplum, sadece kömürden çıkış değil tüm fosil yakıtlardan çıkış kararının alınmasını istiyordu. Kömürden çıkış kararı bile alınamamıştı. Önceki sözler tutulmadığı için zengin ve yoksul ülkeler arasındaki güven sorununun nihai kararın zayıflamasına neden olduğu düşünülüyordu. Çin ve ABD’den sonra dünyadaki üçüncü büyük karbon emisyonu yayıcı durumundaki Hindistan, zengin ülkelere güvenmiyordu.
COP26 toplantısı sona ererken, Hindistan Delhi’de bütün okulların sınırsız kapatılması kararı alınıyordu. Kapatmanın sebebi gittikçe artan hava kirliliğiydi. 21 Kasım’a kadar inşaat faaliyetleri de durdurulmuştu. Şehirdeki on bir adet kömürle çalışan termik santralden yalnızca beşinin çalışmasına izin verildi. Havadaki partikül madde (PM 2,5) seviyeleri ise izin verilenin çok çok üzerindeydi. Araçlardan ve endüstrilerden kaynaklanan emisyonlar, toz ve hava desenleri, Delhi’yi en kirli kent haline getiriyordu.
Vatandaşlarının zehirli hava solumaları bile Hindistan’ın kömürden çıkış kararını almasını sağlayamıyordu.
Gerçeğe Gözlerimizi Kapamak
Ben şuna benzetiyorum. Üzerinize doğru gelen bir araç var. Önünden kaçsanız kurtulacaksınız belki. Ama düşünüyorsunuz: “Yavaş yavaş mı kaçsam? Şimdi değil de 2030’da mı kaçsam? Yoksa 2050’de mi kaçsam? Biraz zenginleşip sonra mı kaçsam? Karnımı doyurup öyle mi kaçsam?”
Biz bunları düşünürken araç bizi ezip geçmiş olacak. Ne yazık!