1992 yılının Haziran ayıydı. Rio de Janeiro’da, Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı yapılıyordu. Diğer adıyla Dünya Zirvesi. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, bu zirvenin çıktılarından biriydi. Bu alandaki ilk uluslararası sözleşmeydi; önemliydi.
Atmosferdeki seragazı konsantrasyonlarını sabitlemek için ülkelere bir çağrı yapılıyordu bu konferansta. 154 ülke İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzaladı Rio’da. Sonraki yıllarda imzacıların sayısı arttı. Türkiye bu sözleşmeye 2004 yılında resmen taraf oldu. İmzalanan sözleşmenin yaptırım gücü fazla değildi. Farklı bir yasal düzenleme uygulanmalıydı.
1997 yılıydı. Japonya’nın Kyoto kentinde buluşuldu bu sefer. BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolü kabul edildi. Kyoto protokolü 1992 İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin peşine düşüyordu. Yüksek sera gazı emisyonlarından sorumlu olarak gördüğü gelişmiş ülkelere bağlayıcı hükümler getiriyordu. Karmaşık onay süreçleri nedeniyle Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girmesi 2005 yılını buldu. Kyoto protokolü ülkelerin kendilerine özgü emisyon azaltım hedefi koyduğu ve yasal olarak bağlayıcı hükümleri kabul ettiği ilk anlaşma olduğu için önemliydi. ABD, Çin, Hindistan gibi ülkelerin bu protokolü yürürlüğe sokmamaları nedeniyle, protokolün etkisi çok sınırlı kalmıştı. Büyük emisyon yayan bu ülkelerin de sürece bir şekilde dahil edilmesi gerekiyordu. Yeni bir anlaşma yapılmalıydı.
2015 yılının Aralık ayıydı. Adres Paris’ti. Eyfel Kulesi’nin ışıkları “1,5Derece” diyordu sıcaklıklarla ilgili iklim hedefini hatırlatırcasına. Ülkeler Paris İklim Anlaşması’nı imzalayarak emisyon azaltım sözü veriyorlardı. Küresel emisyonların %97’sinden sorumlu olan ülkeler, konferans öncesinde iklim taahhütlerini sunmuşlardı. 160 ülke Paris’te verdikleri sözleri ülkelerinde onaylayarak yürürlüğe koydular.
Paris Anlaşması, Kyoto Protokolü’nden biraz farklıydı. Kyoto Protokolü tepeden inme bir yaklaşım izliyor, sadece gelişmiş ülkelere yaptırımlar uygulamayı öngörüyordu. Paris anlaşması bütün tarafları, zengin veya fakir, gelişmiş veya gelişmekte olduğuna bakmaksızın, sorumluluk almaya ve sera gazı emisyonlarını azaltmaya çağırıyordu. Ülkelerin kalkınma ve teknolojik gelişmişlik seviyeleriyle uyumlu bir şekilde kendi emisyon hedeflerini koymaları bekleniyordu. Anlaşmada, sanayi devriminden bugüne kadar 1°C’ye ulaşan küresel ısınmanın 2°C’nin altına indirilmesi ve mümkün olduğunca 1,5°C seviyelerinde tutulması için kararlı adımlar bekleniyordu.
Paris Anlaşması’nın, hedefini tutturamayan ülkeler için sert cezaları yoktu belki, ama ülkelerin bağımsız ve kolektif hedeflerine doğru gidişatlarını izlemek, raporlamak ve değerlendirmek için sağlam bir sistem kuruyordu. Sonraki beş yıl için ülkelerin yeni hedeflerini bildirmelerini bekliyordu. Paris Anlaşması 22 Nisan 2016’da, Dünya Günü’nde, yürürlüğe kondu. Paris Anlaşması’nın yürürlüğe girmesiyle Kyoto Protokolü yürürlükten kaldırıldı.
Ek 1 ve Ek 2 Meselesi
2020 yılına geldiğimizde Paris Anlaşması imzacılarının sayısının 197’ye ulaştığını görüyoruz. Anlaşma, imzacı ülkeleri üç farklı grupta sınıflandırıyor: Gelişmiş ülkeler, özel finansal yükümlülükleri olan gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler. Gelişmiş ülkeler, EK 1 ülkeleri olarak da biliniyor. Bu ülkelerin arasında demokrasiye ve Pazar ekonomisine geçiş sürecinde olan Doğu Avrupa ülkeleri de var. Bu ülkelerin hepsi OECD ülkesi. Ek 1 ülkelerine yapılan çağrı, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak için gereken önlemleri almaları ve attıkları adımları raporlamaları yönünde. Özel finansal yükümlülükleri olan Ek 2 ülkelerinin ise gelişmekte olan ülkelerin iklim mücadelesinde ortaya çıkacak maliyetleri karşılamaları isteniyor. Ek 2 ülkeleri Ek 1 listesindeki OECD ülkelerini kapsıyor ancak geçiş ekonomisinde olan ülkeleri kapsamıyor.
Ek 1 listesine dâhil olmayan ülkeler genellikle gelişmekte olan ülkeler. Bu gruptaki bazı ülkeler iklim değişikliğine karşı kırılgan ülkeler olarak kabul ediliyor. Deniz seviyesi düşük olan veya çölleşme ve kuraklığa maruz kalacak ülkeler bu grupta yer alıyor. Ekonomisini fosil yakıt üretim ve ticaretine bağlamış diğer ülkeler ise iklim değişikliği uyumunun ekonomik etkilerine maruz kalacakları için kırılgan kabul ediliyorlar. Anlaşma bu kırılgan ülkelerin yatırım, garanti ve teknoloji transferi gibi özel ihtiyaçlarını dikkate alıyor. Ek 1 listesinde yer almayan bu ülkeler Ek 2 listesindeki ülkelerin sağlayacağı finansal desteklerden faydalanabiliyor.
Türkiye
Türkiye, Paris Anlaşması’nı imzalamış ancak henüz ulusal mevzuatına henüz dâhil etmemiş ülkelerden biri. Ancak 22-23 Kasım’da Glasgow’da yapılacak iklim zirvesinden önce Paris anlaşmasını parlamentoya sunmayı planlıyor.
Türkiye’nin Ek 1 ve Ek 2 listeleri açısından karışık bir durumu var. Anlaşmanın yürürlüğe konması bu nedenle gecikti.
Paris Anlaşması’na kadar, Türkiye “özel şartları olan” Ek 1 ülkesi gibi işlem görüyordu. Yani endüstrileşmiş bir ülke olduğu kabul ediliyordu fakat ciddi emisyon azaltımları için yaptırımlara tabi değildi. Diğer ülkeleri desteklemek gibi bir zorunluluğu yoktu. Ancak Paris Anlaşması’nda, Türkiye gelişmiş ekonomiler listesi altında ani Ek 1 listesinde yer alıyor ve özel durumunun korunup korunmayacağı ile ilgili bir belirsizlik söz konusu. Türkiye’nin Paris Anlaşması çerçevesinde emisyon hedeflerine ulaşma yolunda iklim finansmanı için destek alıp alamayacağı bu belirsizliğin giderilmesine bağlı. Türkiye, 10 Eylül 2021’de Birleşmiş Milletler’e Ek 1 listesinden çıkarılması talebini tekrar iletmiş bulunuyor.
Ülkemizdeki gelişmeleri birlikte izleyeceğiz elbette. Gerek Paris Anlaşması gerek Avrupa Birliği Yeşil Mutabakat şartları, ekonomik ve sosyal bir dönüşüm gerektiriyor. Emisyon ticareti ve karbon vergisi konuları için hazırlıkların tamamlanması, sera gazı azaltım stratejilerinin sadece geliştirilmekle kalmayıp uygulamasının sıkı denetim altında tutulması Türkiye’yi bekleyen meseleler arasında görünüyor.