Çevre konusu yıllarca ekonomik sistemden bağımsız bir ekosistem gibi algılandı, öyle muamele gördü. Müzedeki bir eser gibi korunması gereken yalnız bir varlık olarak anıldı çevre. Bu varlığın korunması biraz da lüks gibi görünüyordu. Dünyada yoksulluk ve açlık varken çevreden bahsetmek yalnızca birkaç çevrecinin entellektüel bir çabası olarak algılanıyordu.
Bazı söylemler vardı elbette, yavaş yavaş duyulmaya başlandı. 80’li yıllarda yeni bir paradigma olarak ortaya çıkan “Sürdürülebilir Kalkınma” kavramı sosyal ve ekonomik kalkınmanın çevresel kalkınma olmadan başarılamayacağının altını çiziyordu. Çevre olmadan yaşam olmazdı aslında, ama bunu anlatmak nedense zor oluyordu.
Bugünlere geldik. Çevreyle ilgili hamasi söylemler ve “mış gibi” eylemler gereken etkiyi sağlayamıyordu bir türlü. Çevre hızla bozuluyor, iklim değişikliği bir kriz halinde kapımızı çalıyordu artık. Ülkeler iklim değişikliğiyle mücadele için eylem planları ortaya koyuyor, söylemler daha radikalleşmeye başlıyordu. Ne kadar radikal olsa da bu söylemlerin uygulamaya yeterince geçmediği de fark ediliyordu bir taraftan.
Sistemin çok kısa bir süre içinde yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. En büyük etki, ancak uluslararası finans sistemine etki ederek gerçekleştirilebilirdi. Finans sisteminin hiyerarşide alt basamaklara kayması gerekiyordu artık. Toplumun ve ekosistemin çıkarlarından sonra gelmesi gerekiyordu ekonomik çıkarların.
Avrupa söylemlerin ötesine geçerek radikal bir adım atma kararı aldı 2019 yılının Aralık ayında. Bir sistem değişikliğine gidecekti artık. Bu sistem değişikliğinin adını “Yeşil Mutabakat” koydu.
Ne diyor Yeşil Mutabakat?
Şöyle diyor: “Finansallaşmış kapitalizm, dünyanın yaşam destek sistemlerini tehdit ediyor. Böylelikle insanlığı tehdit ediyor. İnsanlık için başarısızlığı kanıtlanmış bu sistemi değiştirmeliyiz. Dünyanın sınırlarına, taşıma gücüne saygı duyan bir sistem getirmeliyiz. Toprağı ve akiferleri, yağmur suyunu, rüzgârları ve akımları, polen yapıcıları, biyolojik bolluğu ve çeşitliliği özenle besleyen bir sistem getirmeliyiz. Bu sistem sosyal, politik ve ekonomik yönden adil olmalı”.
Bu anlaşma, Avrupa’nın iklim değişikliğine karşı ilk politik yanıtı olarak biliniyor. AB, iklim değişikliğini azaltmakla ilgili vermiş olduğu sözleri bu anlaşmayla yasal yükümlülük altına almış oluyor. Aralık 2019’da Avrupa Komisyonu tarafından önerilen Yeşil Mutabakat’ın özünde 2050 yılına kadar Avrupa’yı dünyanın iklim-nötr hedefini sağlamış ilk kıtası haline getirme vaadi yatıyor. Yeşil Mutabakat 27 ülkeden oluşan bu birliği yüksekten düşük karbonlu bir ekonomiye geçirmeyi, bunu yaparken de daha temiz hava ve su, sağlık ve gelişen bir doğal dünya sunarak yaşam kalitesini artırmayı hedefliyor.
Yeşil Mutabakat’ın Esin Kaynağı
Avrupa’nın Yeşil Mutabakatı’nın esin kaynağına baktığımızda, bu ilhamın ABD Başkanı Roosevelt’in “New Deal” döneminden geldiğini görüyoruz. 1929 yılından itibaren dünyayı etkisi altına alan ve Büyük Bunalım adı verilen ekonomik krizden çıkmak için, ekonominin işleyişine devletin en geniş ve sistematik bir şekilde müdahale ettiği uygulamaları anlatıyor bu dönem. Roosevelt’in o dönemde gününün finansal sistemini değiştirerek Wall Street’in ekonomi politikasını topluma dikte etme gücünü elinden alması; ekonominin, doğanın ve insanların çıkarına hizmet edecek şekilde yapılandırılması, Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın örnek aldığı uygulamalar arasında yer alıyor.
Ekonomik Bir Dönüşüm
Avrupa, Yeşil Mutabakatı yeni büyüme stratejisi olarak kabul ediyor. Bu strateji, finansın, ekonominin ve ekosistemin iç içe geçmiş olduğunu görmekle ilgili. Ekosistem dönüşümü için ekonomik dönüşümü şart koşuyor.
Bu anlaşmayla enerji üretiminden gıda tüketimine, ulaşımdan imalat ve inşaat süreçlerine kadar tüm Avrupa ekonomisi elden geçmiş olacak. Daha önce yenilenebilir enerji kullanımı ve hava kirliliğinin azaltılması yönünde çıkarılan yasal düzenlemelerin üzerine yenileri eklenecek ve politik baskı artırılacak.
Kıta genelinde 2050 yılına kadar net karbon emisyonlarının sıfırlanması, 2030 yılına kadar 1990 seviyelerine oranla %55 oranında azaltılması, anlaşmanın çekirdeğinde olacak. Tür kaybının durdurulması, atığın azaltılması ve doğal kaynakların daha iyi kullanımının sağlanması yönündeki özel sektör yatırımlarının artırılması teşvik edilecek. Avrupa’nın bütçesinin çevreye fayda sağlayacak şekilde harcanması için bütçe kontrolleri olacak. Bu kapsamda tarım politikası elden geçirilecek, düşük karbonlu AR-GE faaliyetlerine bütçe ayrılacak. AB komisyonuna göre yenilenebilir enerji, elektrikli araç imalatı ve sürdürülebilir yapılaşmayla ilgili ileri teknoloji endüstrileri yeni iş imkânlarının ortaya çıkmasına yol açacak, kaynak kullanımındaki etkinlik ise maliyetleri karşılayacak.
Avrupa Komisyonu’na göre bu stratejiyi ortaya koymak için en az 1 trilyon Avro gerekli. Bu paranın 503 milyar Avro’luk kısmının AB bütçesinden, 114 milyar Avro’luk kısmının ise üye ülkelerden alınması planlanıyor. 279 milyar Avro’luk bir bütçeyi de özel sektörün temin etmesi bekleniyor. Bunun için özel şirketler Avrupa Yatırım Bankası kredi garantisiyle riskli yeşil yatırımlar yapmaları için teşvik edilecek. Avrupa Yatırım Bankası fosil yakıt projelerini kademeli olarak bitireceğini belirtmişti. Bu geçiş sürecinde kapatılan kömür madenleri ve çelik fabrikalarında işini kaybedenler için 100 milyar Avro’luk bir bütçe ayrılıyor.
Gözler neden bu anlaşmaya çevrildi?
Anlaşmaya göre sera gazı emisyonlarını azaltmayan ülkeler için karbon vergileri geliyor. Bu mekanizmanın içinde Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması da yer alıyor. Bunun yanısıra,
Döngüsel ekonomi eylem planı, İklimle ilgili tüm politika araçlarının, emisyon ticaret sistemi de dahil olmak üzere, gözden geçirilmesi ve revizyonu, Tarladan çatala stratejisi ve uyumdan performansa geçiş (karbonu toprakta tutan ve depolayan çiftçilerin ödüllendirilmesi, gelişmiş besin maddesi yönetimi, emisyonların azaltılması vb.) Fosil yakıt sübvansiyonlarına ve vergi muafiyetlerine (have ve deniz yoluyla taşıma vb.) imkân veren Enerji Vergilendirme Direktifinin revizyonu, Sürdürülebilir ve akıllı bir hareketlilik stratejisi, Avrupa ormanı stratejisi, etkin ağaçlandırma, orman koruma ve restorasyonu konuları ele alınıyor.Değişim ve dönüşüm mümkün mü?
Bilim insanları değişimin ve dönüşümün hala mümkün olduğunu savunuyorlar. Dünya nüfusunun %10’u toplam emisyonun %50’sinden sorumlu. Sadece bu %10’luk nüfusun tüketim ve ulaşım alışkanlıklarının değişimi toplam emisyonun kısa bir sürede %50 azalmasını sağlayabilir. Bu anlayış, durumun ciddiyetini kavrayıp alışkanlıklarımızı değiştirdiğimizde etkinin azımsanamayacak düzeyde olabileceğini gösteriyor aslında. İnsanın ön plana çıkarılması gereken özellikleri, zekâsı, empatisi, becerisi, ortaklıklara yatkınlığı, ahlak ve cesareti bunu mümkün kılabilir. Küresel finans sistemini anladığımızda ve bu sistemi ekosistemi koruyacak ve sosyal adaletsizliği azaltacak şekilde yapılandırdığımızda bu dönüşümün mümkün olabileceğini söylüyor Yeşil Mutabakat. Bilimsel ilkeler çerçevesinde çevre için bir şeyler yapma çabası, hiçbir şey yapmamakla kıyaslanınca elbette meyvelerini verecek bu anlaşmaya göre.
Mutabakat, anlaşma, uyuşma demek. Belli bir konuda taraflar arasında sağlanan uzlaşma… Yeşil Mutabakat paradigması içinde, uzlaşan tarafların kimler olduğunu, gerçekten bir anlaşmaya varılıp varılamadığını zaman gösterecek. Yapılması gereken asıl anlaşma elbette doğayla olmalı. Anlaşmaların hayata geçmesi ve Doğa’nın da mutabık kalarak iyileşmeye başlaması en büyük dileğimiz.
Biz bu köşede, Türkiye’nin bu anlaşmaya vereceği yanıtı, anlaşmanın ülkeleri ve ülkelerdeki sektörleri nasıl etkileyeceğini ve iklim kriziyle ilgili diğer konuları konuşmaya devam edeceğiz.