Türkiye’de Kentleşmenin Serencamı…
Kentleşme, ülkemizde 1950’lerde hareketlenen sanayileşme ile birlikte “itici, iletici ve çekici faktörlerin” etkisi paralelinde kırdan kente artarak devam eden iç göçün tetiklemesiyle belirgin bir hal almış, 1960’lı ve 1970’li yıllarda hızlanmış, 1980’li ve 1990’lı yıllarda en önemli sosyal, ekonomik ve siyasal gündem maddelerinden biri olmuştur. Kentler, özellikle de büyük yerleşim merkezleri bu dönemde yoğun göçü tolere edebilecek alt ve üst yapı imkanlarından mahrum oldukları için, sağlıksız bir şekilde büyümüş ve toplumsal sorunların merkezi ve menşei olmuştur.
Cumhuriyet idaresinin “modernite projesi” olarak baktığı kentleşme, yönetilebilir bir politika olmaktan çıkmış ve kentlerimizdeki ironik dual yapı ve durumlara adeta boyun eğilmiştir. Bunun yanında kent toprağı bir rant kaynağı haline getirilerek, “anomik kentleşme” karakterinde “hormonal büyüyen metropoller”, yöneticilerimizi içinden zor çıkılır hallere düşürmüştür. Cumhuriyetin ilk yıllarında nüfusumuzun sadece dörtte biri kentlerde yaşarken, bugün dörtte üçü kentlerde dörtte biri kırsal alanlarda yaşamaktadır. Ne ki kentlerimizle birlikte dertlerimiz de büyümüş ve bunların büyüklüğü oranında da çözümler üretme sorumluluğu omuzlarımıza yüklenmiştir.
2000’li yıllar ise iktidar değişikliği ve politik istikrarın belli bir dönem sağlanmasıyla kentlerimizin gerek fiziki durumlarında ve gerekse sosyo-kültürel ortamlarında biriken ve artık taşınması iyice zorlaşan sorunlar yumağına siyasi iradenin köklü ve kalıcı çözümler üretmek maksadıyla yasal ve kurumsal düzenlemeleri hayata geçirdiği bir zaman kesiti olmuştur.
Kentleşmede Bugün İtibariyle Genel Durum
Türkiye kentleşmeye devam etmektedir. Bugün büyükşehirlerin kapsadıkları alanlar dikkate alındığında kentleşme oranımız yüzde 90’ı aşmış durumdadır. Yetmiş yıldır süren bu hareket hızını bir ölçüde kaybetmiş olsa da hali hazırda kırsaldan kentsel alanlara, küçük kentlerden büyük kentlere, doğudaki kentlerden batıdaki kentlere iç göç sürmektedir. Bilhassa Batı Anadolu’daki büyükşehirlere ve Güneydoğu Anadolu’daki büyükşehirlere doğru gerçekleşen nüfus hareketi sürmektedir. Bunlara bir de yurt dışından gelen göçleri ve mülteci akınını da ilave edersek durum daha da yoğun bir görünüm sergilemektedir.
Büyükşehirlerimiz, Batı bölgelerimizdeki yerleşim merkezlerimiz ve güneydeki sınır illerimiz başta olmak üzere, Türkiye’de kentleşme sürmektedir. Kentlerimizin alanları, nüfusları ve barındırdıkları toplumsal unsurların çeşitliliği artmaktadır.
2000’li Yıllardaki Düzenlemeler ve Getirdikleri
Günümüzde yerel yönetimlerde ve kentsel politikalarda radikal ve rasyonel düzenleme gereksinimlerinin devam ettiği, kent yönetimlerinde yapısal ve işlevsel etkinliğin sağlanmasına yönelik yasal ve kurumsal değişikliklere gitme ihtiyacının kendini yeniden hissettirdiği söylenebilir.
Bu alanda yakın geçmişte (2004-2012 yılları arasında ve devamında) kanun ve yönetmeliklerin art arda yayımlandığı bilinmektedir. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi, 2005’de çıkarılan 5393 sayılı Belediye Yasası, yine 2005’de çıkarılan 5302 sayılı İl Özel İdaresi Yasası, aynı yıl çıkarılan 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Yasası öncü ve dönüştürücü yasalar olmuştur. Bu süreçte çıkan yasalardan ikisini burada konumuz açısından değerlendireceğim. Bunlardan biri de siyasal, idari, iktisadi ve toplumsal gündemimizde geniş yankı bulan iki kanunun özellikle dile getirilmesi gerekir.
İlki Türkiye’nin genelinde ve bilhassa afet riski yüksek şehirlerde gecikmiş bir kamusal politika ve uygulama aracı olan kentsel dönüşümü amaçlayan, 2012’de çıkarılan ve kısaca 6306 sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası” olarak bilinen Kanundur (Kanunun tam adı: Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun). Aynı yıl (2012’de) Uygulama Yönetmeliği de yayımlanan bu politika ve prosedür, Türkiye açısından devrim niteliği taşıyan ve insanımızın şehirlerde güvenlik ve esenlik içinde yaşamalarını sağlayacak dev bir adımdır. Halen çalışmaları devam eden bu süreç 2030’lu yıllara kadar gündemden düşmeyecektir. Bu yeni düzenlemeler ve ardından yapılan düzletmeler sayesinde ilmi yöntemler izlenerek ve etkili işbirlikleri çerçevesinde yürütüldüğünde kentlerimizin adeta gömlek değiştirmesini temin edebilecektir.
İkinci düzenleme ise yine 2012’de Resmi Gazete’de yayımlanan ve Mart 2014 yerel yönetim seçimleriyle geçerlik kazanacak olan kısaca adına 6360 sayılı Yeni Büyükşehir Yasası” denilebilecek olan Kanundur. Optimal alan ve nüfus yönetimine odaklanan, kıt ekonomik kaynakların etkin ve verimli kullanımına katkı sağlama potansiyeli olan, bu yasal düzenleme, mahalli idarelerde metropol belediyeleri hacmini de aşan “büyük alan yönetimi”nin ülkemizdeki ilk örneği olacaktır.
Yasalar Yetiyor mu? Ya Uygulama Ne Durumda?
En iyi yasalar gereğince ve yeterince uygulanmadığında işlevsiz kalabilir. Bu temel bir gerçekliktir. Yukarıdaki yasaların gerektiği şekilde uygulanması halinde pek çok kentsel sorun çözüme kavuşmuş olabilirdi. Sözü edilen bu önemli yasal düzenlemelerin ve bunların öngördüğü faaliyetlerin devam edeceği ve tüm bu çalışmaların kentlerimizin daha yaşanılır, güvenli ve sağlıklı mekanlar olmasına yardım edeceği umulmaktadır. Tam bu noktada Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu ve kent yönetimi ve politikalarında uygulaması elzem olan, aynı zamanda yeni Büyükşehir Yasası’nın da bu anlamda bir fırsat sunduğu “bütünleşik kentsel gelişme” mantığını da zihni ve fiili enstrümanlarıyla hayata geçirmenin zamanı gelmiştir.
Bu mantık öncelikle bir zihni dönüşümü gerektirmekte ve il bütünlüğündeki yeni metropollerle, bunların dışındaki il merkezi belediyelere kapsayıcı ve entegre bir yönetim, planlama ve denetim anlayışıyla yaklaşmayı önermektedir. Bunun ilk ve en önemli adımı ise bütünsel nitelikte ve vizyoner bakış açısıyla hazırlanacak olan “Kent Vizyon”ları ve “Kent Anayasaları”dır.
Kent Vizyonu ve Kent Anayasası
Kent Vizyonları, bir metropolün veya kentin, insan ve mekan eksenlerinde tümünü, tüm sektörlerini ve işlevlerini, bugününü ve geleceğini, fırsat ve olanaklarını, zayıf ve güçlü yanlarını, mukayeseli üstünlüklerini, avantaj ve dezavantajlarını analiz ederek geleceğe dair ortak bir temel görüş oluşturma girişimi ve bu girişimin diğer kent plan ve belgelerine ışık tutacak ana bildirgesi niteliğindedir. Bir nevi şemsiye bir plandır. Kent Vizyonu ve Kent Anayasasından oluşan ana plandan sonra stratejilerin, proje ve programların ortaya konulacağı il bütünlüğünde bir “stratejik plan” hazırlanmalıdır.
Bu iki temel çalışma, il çevre düzeni planına, sektörel master planlara, imar planlarına, uygulama planlarına ve daha alt planlama ve projelendirme çalışmalarına yön vermeli ve onları ihata etmelidir. Burada şu önemli hususun altını çizmek gerekir; Kent Vizyonu ve Kent Stratejik Planı, bir imar planı ya da fiziki planlama değildir. İmar planları, çevre düzeni planı gibi planlama türleri, özünde mekansal planlamaya dönük birer fiziki plan enstrümanlarıdır. Vizon planları ise diğer tüm planlara ilham veren, gelecekte gidilecek yönü gösteren, insan-mekan ekseninde kenti tüm değişkenleriyle içeren bir temel bakışı ifade eder.
Kalkınmanın Anahtarı Sağlıklı Kentsel Gelişme
Ülkemizin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal birçok sorununun sebebi olan, aynı zamanda bu sorunların da bir sonucu durumunda bulunan kentsel nitelikli sorunların çözümü, Türkiye’nin sosyo-ekonomik kalkınmasını daha rafine bir içeriğe kavuşturacak ve hızlandıracaktır. Kentsel kalkınma, ulusal kalkınmanın en önemli referansı ve dinamosudur. Kentlerdeki sorunların çözümü, refah, güvenlik ve adaletin tesisinde birinci derecede önemlidir.
Kentlerimizdeki sıkıntı ve darboğazların giderilmesi, her şeyden önce politikacıların, yerel yöneticilerin, akademisyenlerin, bürokratların, mimarlar, şehir plancıları, inşaat mühendisleri ve ilgili diğer meslek uzmanlarının ve sivil toplumun müşterek, disiplinli, iyi niyetli ve gayretli çalışmalarına bağlıdır. Bu çalışmaların bilimsel perspektifte ve sistemli bir şekilde yürütülmesi gerekir. Kente ve kentleşmeye dair kamu politikalarının oluşturulması ve kararlılıkla yürütülmesi, bu kesimlerin ve tüm toplumsal birimlerin sorumluluğundadır.
Türkiye’nin çağı yakalaması, topyekün kalkınması ve bölgesel bir güç merkezi haline gelmesi için kentlerindeki sorunları ivedilikle ve istikrarlı bir irade ile çözmesi lazımdır. Bunda siyasi irade kadar, kentsel sorunlara yaklaşım tarzı ve oluşturulan karar ve stratejilerin niteliği ve yeterliliği de önemlidir. Ulusal siyaset ile yerel siyasetin uyumlu işbirliği ve karşılıklı desteğin verilmesi bu anlamda önem kazanmaktadır. Yaşam kalitesi yüksek şehirlede yaşamamız “sürdürülebilir kentsel gelişme”yi başarmamıza bağlıdır. Çevreye uyumlu, doğa dostu, yeşil kent konseptine ulaşmış, yenilenebilir enerjilerle beslenen, tarımsal arazilerin korunduğu, güvenli, huzurlu, estetik ve kimlikli şehirler, geleceğimizin teminatı olacaktır.
Son söz: Türkiye şehirleşme sorunlarını çözmeden, tam olarak kalkınmış ve sosyo-ekonomik yönden ileri düzeye ulaşmış bir ülke olamayacaktır.
Haftaya bu konuyu Bursa açısından değerlendireceğim.