Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Bursa, Kültür, Sanat, Turizm Vakfıyirmi yıl önce Tayyare Kültür Merkezi’nde Bursa Sinema Günleri düzenlemişti. Yirmi yıl önce, Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü alan Uzak ve Handan İpekçi’nin Büyük Adam Küçük Aşk filmlerine zar zor bilet almış, büyük bir heyecanla seyretmiştim.
2006 yılında uzun yıllardır hayali kurulan film festivali başladı. İlk problem festivalin adındaydı: Uluslararası Bursa İpekyolu Film Festivali. Amaç Bursa olduğu için İpekyolu yerine, Uluslararası Bursa Film Festivali denilmeliydi. Avrupa’daki festivaller Cannes Film Festivali, Venedik Film Festivali, Berlin Film Festivali gibi isimlerle düzenleniyor. Bizdeki kötü alışkanlık Antalya Altın Portakal Film Festivali ile başladı, Adana Altın Koza Film Festivali ile devam etti. Sonunda Bursa’ya sirayet etti. Yol baştan yanlış seçilmişti.
O yıllarda, filmlerin kalitesini tartışmak yerine festival tanıtımı İstanbul’da mı, yoksa Bursa’da mı yapılmalı sorusu birçok kere gazetelerde yer almıştı. Başka bir hata ise ödülün adındaydı: Altın Karagöz Ödülü. Yıllardır Altın Karagöz Halk Dansları Yarışması yapılıyor, Altın Karagöz adı orada zaten kullanılıyordu. Bu isim verilmek yerine Altın Uludağ Ödülü veya Altın Nilüfer Ödülü adıyla yeni bir alan açılabilirdi.
Festival 2006, 2007, 2008, 2009 yıllarında yapıldı. Bir türlü beklenen kaliteye ulaşılamadı. Çok şükür iptal edildi. Bu cümleyi neden söylediğimi merak ediyorsanız Mithat Alam’ınSinemayı Seven Adam adıyla yayımlanan söyleşi kitabını okumalısınız.
***
Korkut Ata Türk Dünyası Film Festivali, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncülüğünde 1-5 Kasım günleri arasında yapıldı. Festivalin en önemli amacı, coğrafya olarak birbirinden uzak düşmüş Türk milletini, sinemayla yeniden bir araya getirmektir.
Festivalin ilk problemi, programın geç açıklanmasıdır. Program, 29 Ekim Cumartesi günü internet sitesine konuldu. Filmlerin festival başlamadan önce konuşulması, tartışılması için en az bir hafta önce programın açıklanması lazımdı. İkinci problembilet satılmayıp filmlerin ücretsiz gösterilmesidir. Bu festival bütçesinin tamamen bürokrasiye bağlı olmasına neden olmaktadır.Üçüncü problem ise festivalin merkezde kalıp, ilçelerde film gösterilmemesidir. Bir gün Uluslararası Bursa Film Festivali yapılır ise bu hususların göz önüne alınmasını diliyorum.
Festivalin broşüründe Tayyare Kültür Merkezi’nde festival film afişleri sergisi açılacağı yazmasına rağmen serginin açılmadığını belirtmeliyim.
Festival kitapçığı hazırlanmış, ancak çok az basılmış. Gazetecilere dağıtılmış, sinemaseverler ise kitapçığa ulaşmakta zorluk çekti. Zafer Plaza Cinetech Sinemaları’nda hiç yoktu. Tayyare Kültür Merkezi’ne numunelik bir tane koymuşlar. Orada incelemek zorundasın. Sinemasever, kitapçığı festival boyunca yanında taşır. Zaman buldukça inceler, izlemek istediği filmlere işaret koyar, not alır, çevresindeki kişilerle filmler hakkında konuşur.Festival bittikten sonra kitapçığı saklar. Böylece geleceğe belge olarak kalır. Kitapçığın internet sitesine koyulması aynı heyecanı vermiyor.
İlk gün, Zafer Plaza Cinetech Sinemaları’nda Özbekistan yapımı senaryosu çok başarılı yazılmış Kadının Kısmeti filmini seyrettim. Sinema salonunda benim dışımda sekiz kişi vardı. Film bittiğinde beş kişi kalmıştı.Sacide adlı Özbekistan’lı bir kadının aşırı gerçek hayat hikâyesiydi. Abilerinin etkisiyle eşi cihatçı gruplara katılıyor. Eşinin annesi, Sacide’yi evden kovuyor. İki oğluyla beraber hayatta kalma mücadelesinde başarısız olunca önce annesinin evine, oradan ablasının evine gidiyor. Rusya, İran, Pakistan, Suriye derken kaderine boyun eğiyor. Hiç sıkılmadan, her sahnesine merakla seyrettiği bir filmdi.
İkinci gün, Tayyare Kültür Merkezi’ne Rusya/Saha Cumhuriyeti yapımı Bilmediğimiz Çocukluk filmini seyretmek istemiştim, ne yazık ki filmden önce herhangi bir bilgilendirme yapılmadan Kazakistan yapımı Mukagalifilmi gösterildi. Salonda benim dışımda on üç kişi vardı. SSCB zamanı Kazak bir şairMukagali, Moskova’da parti ileri gelenleriyle yaşadığı problemler nedeniyle Almatı’ya geri dönmek zorunda kalır. O arada oğlu yasaklı şairlerin şiirlerini okur, bir arkadaşıyla birlikte şiirleri heykellerin üstüne yapıştırırken KGB yakalar. Mukagali bir taraftan oğlunu ararken bir taraftan da ekonomik sıkıntılarla boğuşur. Bir şairin devletle olan çatışması, ailesiyle birlikte hayatta kalma mücadelesi çok başarılı şekilde anlatılmıştı.
Üçüncü gün ise Zafer Plaza CinetechSinemeları’nda Rusya/Tuva Cumhuriyeti yapımı Çelik Rüzgârlar filmi vardı. Salonda benim dışımda sekiz kişi yerini almıştı. Rusya’da Ekim Devriminden bir yıl sonra, bir komünist, Tuvalı bir Müslüman köylüyü yakalamış şehre götürüyor. Köylünün suçu Beyaz Rus’a yardım etmek. Köylü, Beyaz Rus’a yardım etmek isterken tuzağı fark edememiş. Ayağı çok kötü haldedir. Komünist durmak zorunda kalır. Petersburg’da eğitim görmüş, bilimi hayatının merkezine yerleştirmiş ve halkını kurtarmaya çalışan komünist ile eğitim almamış, köyünden dışarı dahi çıkmamış köylünün tartışması ilgi çekiciydi. Sonrasında hikâye yavaş yavaş açılmaya Tuvaların yaşadıklarına değinildi. 1917-1921 arasında bir sürü badire atlatıldıktan sonra nihayet bağımsız oluyorlar. Ne yazık ki, yirmi beş yıl sonra Sovyetler Birliği’nin yönetimini kabul etmek zorunda kalıyorlar. Filmin anlattığı kısım, 1918 yılında yaşananlar. Rus Çarlığı yıkılmış, yerine komünistler geçmiş, Lenin iktidar olmuş. Sovyetler çevre bölgelere yayılıyor. Tuva coğrafyasını seyretmek dahi çok güzeldi. Senaryo ve yönetmenlik daha iyi olabilirdi.
Dördüncü gün ise Zafer Plaza Cinetech Sinemaları’nda Kırgız Cumhuriyeti yapımı Satılık Ev filmini seyrettim. Film başladığında benim dışımda sekiz kişi vardı. Zaman geçtikçe yirmi kişiye kadar çıktı. Film başladıktan on beş, yirmi dakika sonra dahi salona girenler oldu. Görevlinin engel olmaması şaşırdım. Filmin hikâyesi yavandı. Damir (yani Demir), bankadan borç alıyor. Filmde nedeni açıklanmıyor. Parayı dolandırıcıya kaptırıyor. Bankaya bağlı adamlar (Banka parayı tahsil etmek için mafya ile anlaşmış. Pek mantıklı gelmedi?) evini basıp parayı getirmesini istiyor. O arada kadının ikinci çocuğuna hamile olduğunu, nedeni açıklanmayan bir şekilde kadının iki haftalığına bir yerlere gideceğini öğreniyoruz. Damirde çocuğunu amcasına satıyor. O parayla da borcun taksitini ödüyor. İkisi de birbirine yalan söylüyor. Buradan güzel bir final çıkacakken nedendir bilinmez yönetmen birden filmi bitiriyor.
Festival son günü, Kazakistan yapımı Issız Yurt adlı filmi Orhangazi Salonunda seyrettim. Film başladığında benim dışında altı kişi vardı. Biraz zaman geçti, girenler, çıkanlar derken seyirci sayısı on, on beşe kadar çıktı. Filmin kırk beşinci dakikasında salona girenler, film sırasında selfi çekenler dahi oldu. Birileri fısır fısır konuşuyordu. Kelimeler yetmeyince eller kollar devreye girdi.Orhangazi Salonu film seyretmeye uygun değil. Perde sahnenin iç tarafına kurulduğu için seyirciye uzak kaldı.
Issız Yurt filminde Sovyet devrimi sonrasında, Kazak köylülerin hikâyesi anlatılıyor. Sovyet yöneticileri mallarına el koymak istiyor, Kazaklar kabul etmeyip kaçmaya başlıyorlar. Önlerinde iki seçenek var. Ya komünistlerin silahı ile öldürüleceksin ya da kaçarken çölde açlıktan öleceksin. Zaman içinde köy parçalanıyor. Her aile kendi yoluna gidiyor. Sonra aileler parçalanıyor. İkişerli üçerli gruplar halinde sığınacak bir şehir arıyorlar. Filmde köyün lideri konumunda olan Fahrettin’in hikâyesini seyrediyoruz. Zor bir konu, 80 dakikada çok etkileyici şekilde anlatılmıştı.