Pandemi, Kuraklık, Ekonomik kriz ortamı derken ülke olarak tam bir savaş ekonomisi ortamının içerisindeyiz. Bu tür durumlarda ‘kendi kendine yeterli olabilme’ kavramı doğrudan gündemimize gelebiliyor. Çocukluğumuzdan beri bize anlatılan ‘ülkemiz dünyada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri’ cümlesi ile ‘yerli malı haftaları’ gibi kavramlar aslında savaş yılları tecrübelerinden bugüne yansıyan çok önemli hatırlatmalar. Savaş, kıtlık, kuraklık, salgın, afetler vb. olağanüstü durumlarda insanımızın aç, gıda sanayimizin de hammaddesiz kalmaması ve mümkünse döviz kaynağımız olan ihracatımızın da aksamaması gerekiyor. Bu gerekçelerle Tarım ve Gıda sektörünün çok yönlü politikalarla güvenli ortamlarda yönetilmesi gerekiyor.
***
KOMŞULARA STRATEJİK ÜRÜNLERDE BAĞIMLI OLMAK
Hemen yanı başımızda patlayan Rusya-Ukrayna savaşı bize, ‘enerji ve gıda da güvende değilsiniz yani arz güvenliği sorununuz var.’ gerçeğini bir kez daha hatırlattı. Savaşın tarafları bu iki komşu devletin ‘önceliği kendi halkımıza vermek zorundayım’ demelerinden daha normal ne olabilir? Bu durumu biraz daha açalım. Bilindiği üzere dünya gıda tedarik zinciri savaş öncesinde pandemi nedeniyle bozulmuştu. Temel stratejik tarım ürünü olarak sayılan Buğday, Arpa, Mısır, Ayçiçeği ve Soya başlıklarında ise dünyada ana üretici ve ihracatçı ülkelerin sayısı maalesef sınırlı. Dünya buğdayının yüzde 60’ını 4 ülke üretiyor. Yine dünya Mısır ve Ayçiçeğinin yüzde 70’ini 3 ülke üretiyor. Ayrıca bu alana yatırım yapan uluslararası fonlar bu temel stratejik tarım ürünlerindeki arz-talep dengesi üzerinde oynayabiliyorlar. Bu tabloya bakıldığında söz konusu tarım ürünlerinde coğrafyası uygun olmayan tüm ülkeler açısından Arz Güvensizliği söz konusudur diyebiliriz.
***
TARIM VE GIDADA İTHALATÇI KONUMU HEDEFLEMEMEK
Gıda arz güvenliği konusu, Enerji arz güvenliği kadar dışa bağımlılığın katı olduğu bir alan değil. Örneğin Rusya 1990 yılında Tahıl, Baklagiller ve Yağlı Tohumlarda ithalatçı iken şimdi piyasa belirleyicisi bir konuma ulaşabildi. Tarım ithalatını son 7 yılda yüzde 32 azaltarak ve de tüm başlıklarda güçlü üretim hamleleri yaparak net tarım ihracatçısı durumuna geldi. Sibirya bölgesinde daha önce tarım yapılmayan 13,6 milyon hektar yeni tarım alanı daha sisteme dâhil edildi. Hollanda örneği ise daha önceki yazılarımızda açıkladığımız üzere tam bir ders konusu. Bu veriler, ülkeleri her türlü iklim ve toprak olumsuzluklarına rağmen tarımda nasıl dünya çapında başarılar gösterebildiklerine dair önemli örnekler. Bu ülkelerin çıkışlarındaki ortak özellik, kararların günübirlik değil asgari 7-8 yıllık üretim ve destekleme planlarına dayanması, belirsizliklerin en aza indirilmesi, ürün kalitesi ve denetiminin öne çıkartılması olarak dikkat çekiyor.
Gıda arz güvenliği konusu giderek öne çıkmaya başladı. Gıda milliyetçiliği, Gıda Oligarşisi ve Gıda Hegemonyası gibi daha önce literatürde bulunmayan cümleler dahi kullanılmaya başladı. Çin ve Hindistan sırayla 1,4 ve 1,3 milyarlık nüfuslarını doyurabilmek için aynen Rusya gibi Gıda arz güvenliği konusunda ciddi adımlar atıyorlar. Örneğin Çin,2019 yılında 4 milyon ton Mısır ithal ediyor ve bu rakam 2020 yılında 8 milyon tona ve 2021 yılında ise 24 milyon tona ulaşıyor. Bu veriler, önemli bir gıda stoku kararının uygulandığının göstergeleri. Çin bu eylemi ile sadece stok yapmakla kalmıyor, oluşturduğu büyük talep ile de dünya fiyatlarının sürekli yükselmesine neden oluyor. Bu ve benzeri operasyonlar nedeniyle ülkemizde de bu temel tarım ürünleri ve hammadde fiyatlarında neredeyse haftalık olarak dahi yüzde 25-30 civarında artışlar söz konusu olabiliyor. Ayrıca bizim iç ekonomik kırılganlığımıza bağlı olarak ürettiğimiz kendi iç enflasyon farkları da ayrı. Evet, sorunları belirttik. Dünyada gıda üretiminde iklim değişikliği, savaş ve aşırı stok eğilimlerine bağlı bir sıkışıklık söz konusu ve birçok ülke gıda arz güvenliği konusunda yerli üretimin ne kadar hayati olduğunun da farkına varmış durumda. TÜİK’in 2019-2020 bitkisel ürün denge tablosuna baktığınızda toplam tahıl ürünlerinde yurt içi üretimin toplam talebi karşılama oranının yüzde 87,8 seviyesinde olduğunu görebilirsiniz. Yani Türkiye iyi bir organizasyonla iç ve dış talebi karşılayacak üretim ve ihracat rakamlarına ulaşabilecek ve gıda sanayinin de hammadde ihtiyacını karşılayacak potansiyele sahip bir ülke.
***
YERLİ ÜRETİM HEDEFLİ BÜYÜK BİR ORGANİZASYONA İHTİYAÇ VAR
Hal böyle iken ülkemiz tarımda ciddi bir bağımlılık tablosu yaşıyor. Türkiye 2021 yılında 8,1 milyon ton Buğday ithal ediyor. İthalatın yüzde 78’i Rusya’dan, yüzde 9,2’si ise Ukrayna’dan. Yine 2021 Ayçiçek yağı ithalatı 1,1 milyon ton, Ayçiçek tohumu ithalatı 784 bin ton. Rusya ve Ukrayna küresel buğday ihracatının yüzde 25’inden fazlasını gerçekleştiriyor. Ayçiçek yağı ihracatında ise bu hâkimiyet yüzde 80’lere yükseliyor. Bu ülkeler savaş halinde ve biz gıda arz haritamızı yeniden konuşmak ve yeni kararlar almak zorundayız. Bu kararların temelinde yerli üretimin tam kapasite ile gerçekleştirilmesi, tarım topraklarımızın korunması ve etkin su yönetimi üzerine yükselmesi gerektiği konusunda konunun tarafları hem fikir Ayrıca, tüm eksikliklerimizle cesaretle yüzleşmemiz gerekiyor. Tarım ve hayvancılıkta ciddi bir ithalat eğiliminden söz ediliyor. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için ise içeride çiftçi için tarımsal üretimin avantajlı olmaktan çıkartılması hedefleniyor. Tarımsal üretimde temel girdiler olan Gübre, Mazot, Tohum, Yem, Elektrik ve İlaç maliyetleri karşılanamayacak pozisyona taşınıyor. Yüksek maliyetlerle üretim yapan çiftçinin ucuz ürün fiyatı oluşturması mümkün olmuyor ve ürün fiyatları doğal olarak yükseliyor. Bu aşamada ithalat alternatifi devreye giriyor ve iç fiyatlar düşürülüyor. Şekil olarak doğru işleyen bir sistem gibi görünen bu operasyon sonunda çiftçinin yüksek maliyetlerle ürettiği ürünü elinde kalıyor ve bir sonraki yıl üretimden çekiliyor. Ülkemizde bu uygulamalar sonucunda avantajını yitiren tarım sektöründen son 15 yılda yüzde 45 oranında çiftçi çekiliyor. Ve tüketiciler sonraki yıllarda sadece farklı ithal ürünler üzerinden tercihler yapmaya başlıyoruz.
Bu uygulamalar sonucunda ülkemizde son 30 yılda 4 milyon hektar tarım arazisi tarım dışına çıkmış bulunuyor. Bu rakamın bir bölümü tarımsal üretimin cazibesini yitirmesi kaynaklı olmakla birlikte önemli bir bölümü de tarım topraklarının tarım dışı kullanım amaçlı tahsislere konu edildiği içindir. Buğday ekim alanlarımız TÜİK’e göre 2015-2020 dönemi arasında yüzde 13 daraldı. (7,8 milyon hektardan 6,8 milyon hektara) Buğday üretimimiz 22,6 milyon tondan 2021 yılında kuraklığında etkisi ile 17,7 milyon tona kadar geriledi. Stratejik önemdeki hububat ve yağlı tohumlar üretimimizi hızla artırmamız gerekiyor. Son yıllarda yukarıda anlatmaya çalıştığım gerekçeler ile tüm ülkeler gıda konusunda artık ithalat yerine kendi çiftçisine yöneliyor ve yerli üretimi destekliyor. Çünkü kendi çiftçinizden esirgediğiniz destek, ithalat yoluyla yabancı ülke çiftçilerine ödeniyor. İthalatçı karı ve navlun maliyetleri de cabası.
***
DÜNYA PİYASALARINI İZLEYEN, GIDA ARZ YETERLİLİĞİ OLAN BİR YAPI KURULMALI
13 bin yıldır bu topraklar tarım için kullanılıyor. Sürdürülebilir bir tarım yönetimi oluştuğunda bu topraklarda hiçbir zaman gıda açlığı yaşanmayacaktır. Topraklarımıza sahip çıkmalıyız. Ekolojik denge bozulduktan sonra bunu rehabilite eden bir sistem maalesef yok. Bu dengeyi korumak ve gelecek nesillere aktarmak bizlerin insanlık görevimiz. Tüm tarım arazisi envanterimizi değerlendirmeliyiz. Bu konuda başarılı tarım kooperatiflerine yeni roller vermeliyiz. Profesyonelliği ve verimliliği ön plana çıkartıp, disiplinli ve sonuç alıcı planlamalar yapmalıyız. Tarımsal girdilerin yurt içinde üretimi, dış ticareti, kullanımı ve finansmanı konusunda, ürün karşılığı ödeme sistemleri geliştirilmeli ve bu konu ciddi desteklemelerle sorun olmaktan çıkartılmalıdır. Ölçek ekonomisi uygulamaları ile toplu alım ve organizasyonlar ile birim maliyetler düşürülmelidir. Ciddi bir ürün kalite ve izleme sistemi kooperatifler eliyle yapılmalıdır. Tarım Üniversiteleri bizzat üretimin içerisinde olmalılar. Toplam içme suyu kaynaklarımızın yüzde 70’inin tarımsal sulamada kullanıldığı ülkemizde kısa sürede modern sulama tekniklerine hızla geçmeliyiz. Yenilenebilir enerji kullanarak enerji maliyetlerini ortadan kaldırmalıyız. Organik gübre ve kompost üretimi konusunda yerel yönetimlere yasa ile görevlendirme yapılmalı, kentlerin organik atıkları ciddi bir organizasyonla tarımda gübre maliyetlerinin azaltılmasında kullanılmalıdır. Üretim deseni ve az su isteyen ürün ekimine dikkat edilmelidir.
Temel tarım ürünlerinde yurt içi ihtiyaç ve stratejik stoklarımızdan her zaman emin olmalıyız. Yurt içi ihtiyaç tamamlanmadan o ürünün ihracatına izin verilmemelidir. Bu uygulama gıda enflasyonunu da bitirecek en temel davranıştır. Arz-Talep dengesine her aşamada dikkat etmek gerekir. Buradan çıkarılacak sonuç ürün dengelerini izleyerek gereksiz ithalata neden olmamak ve muhtemel ithalat kur farklarına da maruz kalmamaktır.
Yukarıda anlatılanlardan vardığımız nokta, ülkemizin gıda arz güvenliğindeki çıkışının ithalatta değil, kendi yerli üretimimizde olduğu ve ülkemizin bu imkân ve potansiyele her zaman sahip olduğunun bilinmesi, ülkemizin pandemi ve savaş gibi olağanüstü durumlarda zor durumda bırakılmamasıdır.